Zamanın Ötesinde Kalmak

Bir rüya gördüm ve bundan çok etkilendim rüyamda dünyanın dışında kalmıştım nasıl anlatırım bilmiyorum dünya akıyor zaman geçiyor ama ben yokum beni görmüyorlar, duymuyorlar heryere girip çıkabiliyorum ama yemeye bir şeyler bulamıyorum restoranlarda insanlar yeyip içiyorlar müdahale edemiyorum arabalar var kulanamıyorum ama açlıktan da ölmüyorum psikolojim çok bozulmuştu yalnızlığı ve çaresizliği hiç bu kadar derinden hissetmemiştim.

Aralık 8, 2025 - 21:14
Aralık 12, 2025 - 13:30
 0  4
Zamanın Ötesinde Kalmak

Denis gözlerini açtığında odada tuhaf bir sessizlik vardı. Sabahları duyduğu hafif trafik sesi, alt kattaki komşunun kapı çarpması, hatta kendi nefesi bile sanki bir perdenin arkasından geliyormuş gibi uzaktı.
Yataktan kalktı ve mutfağa yöneldi. Masanın başında oturan adam başını hiç kaldırmadı. Kadın, lavaboda suyu açmış, kahve kupasını dolduruyordu. Denis kapı eşiklerinde durup onları izledi.

“Günaydın,” dedi.

Hiçbir tepki gelmedi.

Denis, masanın üzerindeki bardağa uzandı. Parmakları camı kavrayacak yerde, bardağın içinden süzüldü. Elini hızla geri çekti. Birkaç saniye içinde, içinin boşaldığını hissetti.

“Ne oluyor bana?”

Kadın kapıdan çıkarken Denis önüne geçti ama kadın sanki orada kimse yokmuş gibi içinden geçip gitti. Adam da peşinden çıktı ve kapı kapandı.

Denis, onların ardından baktı. Kapıya dokunmak istedi; kapı kolu avucunun içinden kayıp gitti.
Dünya ona dokunmuyordu.

Sokağa çıktığında kalabalık vardı. İnsanlar telaşla yürüyordu. Her yüz tanıdıktı; her hareket normaldi. Ama kimse Denis’e bakmıyordu. Bir adam hızla yanından geçti; Denis omuz çarpışmasını bekledi ama adamın bedeni doğrudan içinden geçti. Denis bir şey hissetmedi.

Denis’in boğazındaki düğüm büyüdü.
“Ben buradayım,” dedi.
Ama sadece kendi sesini duydu — o da hafif, cılız, yankısızdı.

Parkın köşesindeki bankta oturan yaşlı kadının yanına yaklaştı. Kadının yanındaki köpek hafifçe havladı ama Denis’e değil; sanki boşluğa. Denis diz çöküp ona seslendi. Köpek gözlerini başka noktaya çevirdi ve Denis’in içinden geçip yoluna devam etti.

“Demek ki hayvanlar da görmüyor.”

Denis bir süre yürüdü. Açlık hissi göğüs kafesinde bir baskı şeklinde büyüyordu. Midesi guruldamıyordu ama bir eksiklik, derin bir boşluk yayıyordu içeri doğru.
Bir kafeye girdi. Yemek kokusu gerçekti. Masalarda tabaklar, bardaklar, sıcak içecekler vardı. İnsanlar kahkahalar atıyor, sohbet ediyordu.
Denis bir masaya yaklaşıp tabağa uzandı. Elinin tabağın içinden geçtiğini görünce geri çekildi. Zihni, gerçekliği anlamlandırmaya çalışıyordu ama bedeninin karşılığı yoktu.

“Hiçbir şey bana ait değil,” dedi kendi kendine.
“Bu dünyada yerim yok.”

Saatler geçti. Denis yürüdü, oturdu, tekrar yürüdü. Zaman onun için hep aynı hızda akıyordu ama insanlar daha hızlı konuşuyor, daha hızlı hareket ediyor gibiydi. Bazen onların hareketleri normale göre biraz daha hızlıydı; bazen daha yavaş.
Zamanın akışı, Denis’in üzerinden değil, yanından geçiyordu. O, zamanın içinde değil, yanında duruyordu.

Akşam olduğunda şehir ışıkları yanmıştı. Binaların camları yansımalarla parlıyordu. Denis kalabalık bir caddeye girdi. Arabalar hızla geçiyor, insanların gölgeleri yere düşüyordu.
Denis bir arabanın önünde durdu. Araba içinden geçti. Ne çarpma oldu ne de ses.

Denis bir binanın duvarına yaklaşarak elini uzattı. El duvarın içinden girdi.
Artık her şey kesinleşmişti:

Dünya ona maddi olarak kapalıydı.
Bir hayalet gibi dolaşıyordu ama ölü olduğuna dair bir belirti de yoktu.
Tam anlamıyla arada kalmıştı.

Bu düşünce onu yıpratıyordu. İnsanların konuşmaları, kahkahaları, telaşlı adımları… hepsi Denis’in dışında bir hayatın parçasıydı. Herkes bir yere aitti.
Denis hiçbir yere ait değildi.

Gece çökerken şehirden uzaklaştı. Yürüdü, sadece yürüdü. Yolları, sokakları, tabelaları düşünmeden geçti. Bedeni yorulmuyordu ama zihni yorulmuştu.
En sonunda şehrin dışındaki yüksek kayalığa geldi. Uçurumun ucunda durdu. Aşağıda karanlık vardı. Derin bir sessizlik.

Sorusu belliydi:
“Ben bu dünyada değilim. Peki nerede olmalıyım?”

Denis birkaç adım daha attı. Uçurumun taş zemini ayaklarına temas etmiyordu ama yine de oradaydı.
Rüzgâr yüzünü yalayıp geçiyor gibi görünüyordu ama bir his bırakmıyordu.
Aşağıya baktı.

“Burada kalamam.”

Son adımı attı.

Ve atladı .

Bedeninin boşluğa doğru düştüğünü gördü ama düşüşü hissetmedi. Sadece görüntüler hızla yukarı doğru kaydı. Rüzgâr sesi yoktu.

Sonra…

Bir anlık karanlık.

Ve Denis gözlerini açtı.

Tavan yine aynıydı. Odanın kokusu, yastığın sertliği, nefesinin sesi… hepsi geri dönmüştü.
Denis doğruldu, başını ellerinin arasına aldı. Avuçlarının sıcaklığı bile gerçekti.

Bir süre nefes aldı, sakinleşmeye çalıştı.

Bir rüyaydı.
Ama sıradan bir rüya değil.
Denis’in içini sıkıştıran, gerçekliğin ağırlığını hissettiren bir deneyimdi.

Uyanmıştı. O korkunç görünmezlik yok olmuştu. Dünya, tüm gürültüsüyle yine çevresindeydi.

Ama Denis, rüyadaki yalnızlığın izini üstünden atamayacağını daha o anda biliyordu. Bu deneyim, zihninin bir yerinde hep kalacaktı.

 

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Oğuzhan Kuş Oğuzhan Kuş 1999 yılında Ordu’da doğdu. Tarih öğretmeni ve Yazar olan Oğuzhan Lisans eğitimini Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde tamamladı. Ardından pedagojik formasyon eğitimini Cumhuriyet Üniversitesi’nde aldı. Yüksek lisans yapmak amacıyla yeniden Gaziosmanpaşa Üniversitesi’ne başvurdu. Ancak istediği alanlarda hocalar öğrenci almadığı için çok da ilgi duymadığı bir alanda yüksek lisans yapmaya başladı. Çalıştığı bölüme ısınamayınca eğitimi yarıda bırakarak, asıl hayali olan yazarlığa yöneldi. Çocukluğundan beri kitapların içinde büyüdü. İlkokul yıllarında, okulunun yanında bulunan halk kütüphanesi onun için ikinci bir yuva gibiydi. Öğretmenleri, ona küçük yaşta okuma alışkanlığını kazandırdılar. Onların gösterdiği yolda ilerleyerek bugün kendi kitaplarını yazmaya başladı. İlk kitabı “Yaşamak Hiç Öğretilmedi” ile okuyucuların karşısına çıktı.