HAYALET HEMŞİRE

Aralık 5, 2025 - 12:09
Aralık 12, 2025 - 14:46
 0  8
HAYALET HEMŞİRE

Hemşire ağır adımlarla bebek odasına girdi. Kucağında tuttuğu yeni doğan bebeği, boş yataklardan birine bıraktı ve arkasını dönüp odadan çıktı. Koridor boş, bina sessizdi. Ürkütücü ve derin bir sessizlikti bu. Hemşirenin ayak sesleri boş koridorda yankılanıyordu. Arkasına bakmadan, koşar adımlarla alt katta bulunan danışma bölümüne gitti. Bu binada herhangi bir yerde tek başına dolaşmaktan korkuyordu. Çünkü binanın geçmişini biliyordu. Bina eski bir akıl hastanesiydi. Son 3 yıldır bir doğum evi olarak kullanılıyordu. Bebeklerin anneleri ise en alt katta, bodrumdaydı. O kadınlar buranın geçmişini bilseydi, burada ne kendileri kalırdı ne de bebeklerini bırakırlardı. Hemşire, danışma masasındaki arkadaşının yanına doğru yaklaştı. Tam ona bir şey söylemek üzere dudaklarını araladığı sırada bir şimşek çaktı. Şimşek, zemin kattaki pencerelerden içeriye girip koridoru aydınlattı. Saat gecenin on ikisiydi ve iki hemşireler şu an gece vardiyasındaydı. Burada gündüz çalışmak için müdürüyle defalarca görüşmüş olmasına rağmen, ona gündüz vardiyası verilmemişti. Burada çalışan herkes buranın geçmişinden haberdardı. Yine de Melissa bebeklerle ve yeni doğum yapmış kadınlarla ilgilenmeyi sevdiğinden dolayı, burada çalışmaya devam ediyordu. Dört katlı binanın en üst katında eskiden ceza hücreleri vardı. Birinci ve ikinci katta, tehlikeli olmayan hastaların tutulduğu odalar vardı. Zemin kat ise personellere aitti. Ancak bodrum katla ilgili hiç kimsenin bilgisi yoktu. Melissa hariç. Melissa bodrum katta neler yaşandığını gayet iyi biliyordu. Çünkü buraya gelmeden önce binanın geçmişiyle ilgili detaylı araştırma yapmıştı. Araştırma yapmasının sebebi, yeni çalışacağı yerin geçmişini bilmek istemesi değildi. Binanın fantastik mimarisi ve kasvetli atmosferi onun ilgisini çekmişti. Ve buranın eskiden ne için kullanıldığını, neden yapıldığını merak etmişti. Bodrum katında çok kötü şeyler yaşandığını okumuştu. Ama bundan kimseye bahsetmemişti. Çünkü bodrum kat ile ilgili bilgileri bilen birisi, orada yaşananlardan birine bahsetmişti ve birkaç gün sonra ortadan kaybolmuştu. Bir daha da bulunamamıştı. Onun başına ne geldiğini hala bilmiyordu. Ona her ne olduysa kendisine de olmasını istemiyordu. Burada dolaşan kötü güçler mi vardı? O kişiyi ortadan kaldıran şey kimdi? Binanın geçmişiyle ilgili bilgi sızdırılmasını istemeyen birisi miydi? Belli değildi. Ama o kadın ortadan kaybolmuştu. Burada daha önce çalışan kişilerin kendi istekleriyle ayrıldıklarını duymuştu. Ne yaşadıklarını bilmiyordu ama duyduğu kadarıyla tuhaf sesler duymuşlar, değişik yaratıklar görmüşlerdi. Elbette onları dinleyen herkes onların deli olduğunu, bir akıl hastanesine yatmaları gerektiğini söyleyerek onları umursamamışlardı. Buraya gelen kişilerin çoğu en fazla 2 veya 3 ay dayanabiliyordu. Melissa yaklaşık 2 yıldır buradaydı ama şimdiye kadar bir sorun yaşamamıştı. Tabi bazen bazı tuhaf sesler duyuyordu ama pek umursamıyordu. Seslerin, bina eski olduğundan dolayı tesisat sorunundan kaynaklandığını düşünüyordu. Belki de gece saatlerinde çalıştığından dolayı zihni ona küçük oyunlar oynuyordu. Yine de henüz bir yaratık görmemişti. Arkadaşı elindeki dergiyi kurcalarken, Melissa’da onun yanındaki boş sandalyeye oturdu. O sırada tekrar şimşek çaktı. Yanındaki arkadaşı sıçradı ama Melissa hiçbir şey hissetmedi. O bu tür şeylerden korkmuyordu. Şimşeklerin beyaz ışığı koridoru aydınlatmaya devam ederken gaz lambalarından birinin söndüğünü fark etti. Gaz lambasını yakmak için o tarafa doğru ilerlerken bir diğer gaz lambasının da söndüğünü fark etti. Masada oturan arkadaşına dönüp o lambayı da onun yakmasını söyledi. Ama arkadaşı onu ya duymazdan gelmişti ya da gerçekten duymamıştı. Arkadaşının ödleğin teki olduğunu biliyordu. O çok korkaktı. Burada, gece vaktinde nasıl çalıştığına hayret ediyordu. Melissa arkadaşına daha fazla ısrar etmedi. Gaz lambalarını tek tek yaktıktan sonra, arkadaşı ona bir de bebeklerin bulunduğu odaya bakması gerektiğini söyledi. Bebekleri kontrol etmeleri gerekiyordu. Ama arkadaşı oraya asla gitmeyeceğini söyledi. Buradaki işi doğum yapan kadınlara ağır kesici vermek ve bebeklerin bezlerini değiştirmekti. Ama bazı zamanlar tek başına binanın içine dolaşmaktan korkuyordu. Bu yüzden yanına mutlaka birisini alıyordu. Bu kez hava yağmurlu ve gök gürültülüydü. Bu kötü hava ortamı daha da kasetli hale getiriyor, binanın daha da ürkütücü görünmesini sağlıyordu. Arkadaşı bunu asla yapmayacaktı. Olduğu yerden hiç kımıldamadı. Melissa onunla alay ederek üst kata, bebeklerin bulunduğu odaya çıktı. O da bu koridorlarda tek başına dolaşmaktan korkuyordu, ama kimseye bir şey söylemiyordu. Kendisini gülünç duruma düşüremezdi. Bebeklerin bulunduğu odaya girdiğinde rahatladı. Bebek de olsalar sonuçta odada bir sürü canlı vardı. Bir sürü küçük insan. Bu yüzden bebeklerin yanına girdiği zaman korkusunu bastırabiliyordu. Yatakların arasında dolaşarak bebekleri tek tek kontrol etti. Bazıları oldukları yerde ellerini bacaklarını sallıyor, bazıları ise hiç hareket etmeden uyuyordu. Beslenme saatleri geldiğinde hepsini tek tek annelerine götüreceklerdi. Bodrum katta, vahşi şeylerin yaşandığı yerde yatan annelerine. Yaptığı araştırmalarda, orada birkaç kişi öldüğünü öğrenmişti. Ama sıradan ölüm değildi bunlar. Hastalar vahşileştiklerinde, aşırı saldırganlaştıklarında onları en üst katta bulunan ceza hücrelerine koymak yerine bodrum katına indirip, hastaları tek bir odaya kapattıklarını öğrendi. Hastalar orada birbirlerini dövüyorlar, parçalıyorlar, öldürüyorlar, birbirlerini yiyorlardı. Orada vahşi şeyler yaşanmıştı. Hastalar vahşi bir şekilde birbirlerini öldürmüşlerdi. Bu yüzden bodrum katına ne zaman inse içinin sıkıldığını, daraldığını, kalp atışının hızlandığını ve kafasının patlayacak derecede ağrıdığını hissediyordu. Üzerine derin bir ağırlık çöküyordu. Orada kendisinin dışında başkalarının da aynı şeyi hissedip hissetmediğini bilmiyordu. Ama o, derin bir sıkıntı hissediyordu. Bazen bu sıkıntıyı kaldıramayacak dereceye geliyor ve çığlık atıp ortalığı dağıtmamak ya da kendisine zarar vermemek için oradan kaçarcasına ayrılıyordu. Bu olayı birilerine anlatmayı ve bu binanın bir doğum evi olarak kullanılacak en son yer olduğunu birilerine söylemeyi çok istiyordu, ama bunu yapamıyordu. Bu yüzden sessiz kalmayı tercih ediyordu. Bebeklerin arasında dolaşırken bir şey fark etti. Mavi tulumlu bir bebeğin yerinde pembe tulumlu bir bebek vardı. Etrafına bakındığında, pembe tulumlu bebeğin yatağında da mavi tulumlu bir bebeğin yattığını fark etti. Karşılarına çattı. Bunu muhtemelen ödlek hemşire arkadaşı yanlışlıkla yapmıştı. Bebeklerin hepsinin belli yatakları vardı çünkü yatakların üzerlerinde, annelerinin isimleri yazıyordu. Neyse ki cinsiyetinden dolayı bebekler karışmamıştı ancak bu hata affedilemezdi. Bunun yerine kız veya erkek bebekleri de birbirleriyle karıştırabilirdi. Bu durumda da her bir anne aslında başkasının bebeğini alabilirdi. Bunu hemen müdürüne bildirmesi gerekiyordu. Hızlı adımlarla odadan çıkıp zemin kata indi. Orada bulunan arkadaşına öfkeli bir bakış attıktan sonra müdürünün odasına gitti. Kapıyı birkaç kere çaldı ama içeriden ses gelmedi. Kapıyı açtığında içerinin boş olduğunu fark etti. Müdürü gitmişti. Bunun üzerine arkadaşının yanına yaklaştı ve öfkeli bir şekilde söylendi.

“Sen aklını mı kaçırdın? Bebekleri nasıl karıştırırsın? ya aynı cinsiyetteki bebekleri değiştirseydin...”

“Ne?” diye sordu arkadaşı, anlamamış gözlerle ona bakarak.

“Bebekleri diyorum... Bir kız ile bir erkek bebeği birbirlerinin yataklarına yatırmışsın.”

“İyi de ben daha bir saat önce geldim ve geldiğimden beri burada oturuyorum.” dedi genç kadın.

Melissa şaşkınlıkla kala kaldı. Arkadaşı doğru söylüyordu. Geleli henüz bir saat olmuştu ve geldiğinden beri bu masadan hiç kalkmamış, bebeklerin bulunduğu odaya hiç girmemişti. Üstelik birkaç saattir oraya girip çıkan tek kişi kendisiydi. Şu an hastanede sadece o ve arkadaşı vardı. Bir de müdür. Müdür de onların görmediği bir ara gitmişti. Muhtemelen ya tuvaletteydi ya da yemekhanede. Melissa şaşkınlıkla başını öne eğdi. Acaba bunu kendisi yapmıştı da hatırlamıyor muydu? Hayır, bu imkansızdı. Böyle bir hatayı asla yapmazdı! O, bebeklere ve ailelerine çok fazla değer veriyordu. Bu yüzden bebeklerin karışmamaları için özenli bir şekilde çalışıyor, dikkatli davranıyordu. İyi ama bunu kim yapmıştı? Biraz sonra bebeklerin beslenme saati geldi ve arkadaşıyla beraber üst kata çıkıp, bebekleri teker teker annelerine götürdüler. Melissa bodrum kata inip bebekleri annelerine verdikten sonra hızlı adımlarla üst kata çıkıyor, arkadaşı da koşar adımlarla peşinden geliyordu. Şu an yanında Melissa olduğundan dolayı binanın içine rahatça dolaşabiliyordu. Ama Melissa bodrum kata indiğinde, arkadaşının korktuğundan daha çok korkuyordu. Son bir bebek kalmıştı. O bebeği de Melissa götürecekti çünkü arkadaşı bunu asla yapmayacağını söylemişti. Arkadaşı danışma masasındaki yerini alıp dergisini kurcalamaya devam ederken, Melissa bebeği kucağına aldı ve kapıya doğru ilerledi. O sırada kapı ağır ağır kendiliğinden kapandı. Melissa şaşkınlıkla kapıya baktı. Elini kapı kulpuna attığı an şimşek çaktı ve sağanak daha da hızlandı. Odadaki bütün gaz lambaları sönmüştü. Onların yerini şimşeklerin beyaz ışığı almıştı. Odanın içini kesik kesik dolduran beyaz ışık yüreğini ağzına getirdi. Kalbi hızla atmaya başladı. Kapının kulpunu tutup çekti ama kapı açılmadı. Bu kez daha da sert bir şekilde çekti, yine açılmadı. Hemen cebindeki kibrit kutusunu çıkartıp, şimşeklerin ışığından yararlanarak bir gaz lambası buldu ve yaktı. Bebek hala kucağındaydı. Gaz lambasını yaktığı an içindeki sıkıntı yavaş yavaş yok oldu. Gaz lambasını eline alıp, ışığından yararlanarak tekrar kapıya yaklaştı ve kapı kulpunu tutup çekti. Kapı bu sefer rahatça açıldı. Melissa şaşkınlıkla bir kucağındaki bebeğe, bir kapıya bakıyordu. Sonra arkasını dönüp pencereye baktı. Sağanak hafiflemeye başlamıştı. Melissa bodruma inip kucağındaki bebeği annesine verdi. Annesi gülümseyerek bebeğini kucağına aldı ve ilk önce öpüp kokladı. Sonra göğsünü çıkartıp bebeği emzirmeye başladı. Melissa da o sırada kadınların yanında oturmuş, onları gözetliyordu. Herhangi bir ihtiyaçları olması durumunda yanlarında olmak istiyordu. Bebeklerin beslenme saati bittikten sonra tekrar yataklarına dönme vakti gelmişti. Arkadaşıyla beraber bebekleri tekrar yataklarına götürdüler ve ilk beslenme saatlerini tamamlamış oldular. Daha sonra Melissa bir kahveyi içmek için yemekhaneye gitmek istedi. Arkadaşı da hemen onun peşine takıldı. Beraber kendilerine sert bir kahve yaptılar ve kahvelerini yudumlamaya başladılar. Yemekhanede kendilerinden başka hiç kimse yoktu. Aşçılar yalnızca gündüz vardiyasındaki doktorlar ve hemşireler için çalışıyorlardı. Gece vardiyasında kalanları çalışandan saymıyorlardı herhalde. Bu yüzden aşçı gece vardiyasında çalışanların yemeklerini hazırlayıp bir kenara koyuyor, öylece bırakıyordu. Onlar kendi yemeklerini kendileri hazırlıyorlardı, bulaşıklarını kendileri yakıyorlardı. Gece vardiyasında çalışmak birçok yönden çok zordu. Melissa ile arkadaşı kahvelerini içip keyif yaparken koridorda bir çığlık yankılandı. İkisi de aniden durup bir süre birbirlerine baktılar. İkisinin de gözleri kocaman olmuş, neredeyse yerinden çıkacaktı. Melissa ağır ağır yerinden kalkarken arkadaşı onun koluna yapıştı ve yerini oturtturmaya çalıştı. Yanından gitmemesini, onu yalnız bırakmamasını istedi. Yalvarır gözlerle ona bakıyordu. Melissa yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Muhtemelen kadınlardan birinin yardıma ihtiyacı vardı. Melissa arkadaşına dönüp saçmalamaması gerektiğini, onların hemşire olduklarını ve buradaki kadınlara bakmakla görevi olduklarını hatırlattı. Koşar adımlarla yemekhaneden çıkarken, arkadaşı da onun peşinden geliyordu. Melissa bodrum kata inip kadınların yatakhanesine girdiğinde, herkesin mışıl mışıl uyuduğunu gördü. Hiç kimseden ses çıkmıyordu. Melissa ile arkadaşı bir kez daha şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Biraz önce bir çığlık duyduklarına emindiler. Bunu ikisi de duymuştu, sadece biri değil. Onlar neler olduğunu anlamaya çalışırken bir kez daha çığlık sesi duydular. Melissa yataktaki kadınlara baktığında hiçbirinin eksik olmadığını fark etti. Bütün kadınlar yataklarındaydı ve binada ikisinden başka kimse yoktu. Müdürleri ise erkekti ama bu çığlık sesi bir kadın sesiydi. Melissa tekrar koşarak zemin kata çıktı ve etrafına bakındı. Ses kesilmişti. Arkadaşı korkuyla titremeye başlamıştı. Bir yandan da sağanak şiddetini arttırmaya başlamıştı. Çığlık sesini tekrar duyduklarında, arkadaşı bu gece daha fazla burada kalmayacağını söyledi ve eşyalarını toplayıp binayı terk etti. Melissa ise müdürünün nerede olduğunu bilmiyordu. On beş tane bebek ve on beş tane kadınla beraber bu koca binada yapayalnız kalmıştı. Ne yapacaktı şimdi? Korkudan elleri titriyor, bacakları uyuşuyor, hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Cesaretini toplayıp üst kata, çığlık sesinin geldiği yere doğru gitmeye karar verdi. Sonuçta buradaki bütün bebekler ve kadınlar şu an ona emanetti, onlara sahip çıkmalıydı. Belki de binanın içine biri girmişti ve yardıma ihtiyacı vardı. Belki de korkulacak hiçbir şey yoktu. Bir kadın, ona zarar vermek isteyen birinden kaçmış ve bu binaya sığınmıştı. Ağır adımlarla merdivenleri tırmanıp üst kata, bebeklerin odalarının bulunduğu yere çıktı. Koridora baktığında bir nefes alıp verme sesi duydu. Derin ve hızlı bir nefes alıp vermeydi bu, ama kendisinin nefes alıp verişi değildi. Melissa şu an nefesini bile tutmuş sesi tekrar duymaya, binanın içinde kim olduğunu ve nerede saklandığını anlamaya çalışıyordu. Bu ses inleyerek acı çeken bir kadına aitti. Çığlık sesi tekrar duyuldu. Sanki diri diri parçalanıyor, uzuvları kesiliyor veya büyük bir şiddet görüyormuş gibi acı çeken bir kadın sesiydi. Bu ses Melissa'nın da istemsizce canının yanmasına neden oldu. Korkudan ürperiyordu. Koridorda ağır adımlarla, sessiz bir şekilde ilerleyerek sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Bebeklerin odalarının önünden geçerken, odasının açık olan kapısı hızlı bir şekilde çarparak kapandı. Melissa yerinden sıçradı ve karşı duvara yapıştı. Gözlerini kocaman açmış, derin derin nefes alıp vererek kapıya bakıyordu. Ağır adımlarla kapıya yaklaştı ve kulağını kapıya dayayarak, arkada neler olduğunu duymaya çalıştı ama hiç ses yoktu. Kapıyı açıp başını içeri uzattı. Yalnızca bir tane gaz lambasının yandığını ve bütün bebeklerin sessiz bir şekilde yataklarında yattığını gördü. İçeriye girip cebindeki kibrit kutusunu çıkardı ve bütün gaz lambalarını yakarak odayı iyice aydınlattı. Son gaz lambasını yakarken ensesinde bir nefes hissetti. Sanki birisi dibine girmiş, kulağına bir şey fısıldamaya çalışıyordu. Başını hızla çevirdi ama arkasında hiç kimse yoktu. Etrafına bakınırken ensesinde tekrar bir nefes hissetti. Tekrar arkasına döndü ama yine hiçbir şey göremedi. Bu kez ellerini başına götürüp, parmaklarını saçlarının arasına daldırdı.

“Şu an uykusuz ve yorgunum, zihnim bana oyun oynuyor. Zihnin bana oyun oynuyor...” diyerek, kendi kendine telkinler veriyordu. Evet, şu an yorgundu ve zihni ona küçük oyunlar oynuyordu. Kendisini sakinleştirmeye çalışırken odanın açık duran kapısı tekrar çarparak kapandı. Melissa kapıya döndüğünde bu kez kapının üzerinde bir gölge gördü. Belki de kendi gölgesiydi. Kenara çekildi. Gaz lambalarının ışıklarından uzaklaştı ama bu kendi gölgesi değildi. Hiç hareket etmeden orada duruyordu. Gölge bir kadını anımsatıyordu. Başındaki aksesuara bakılırsa daha çok bir hemşireyi. Bu da neydi şimdi? Melissa odadan çıkmadan önce bebekleri kontrol etmek istedi. Ve o sırada şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı. Bu kez korkudan ölmek üzereydi. Bebeklerin hepsinin üzerlerindeki tulumlar çıkartılmış, yerlerine beyaz tulumlar giydirilmişti. Bütün bebekler birbirlerinin aynısıydı. Hiçbirinin diğerinden farkı yoktu. Hepsi beyaz tulumlar içinde, yataklarında yatıyorlardı. Hangisinin kız, hangisinin erkek olduğu bile anlaşılmıyordu. Kız bebekler ve erkek bebekler birbirleriyle tamamen karışmıştı. Hangisinin hangi kadının bebeği olduğunu asla öğrenemeyeceklerdi çünkü yataklarının üzerlerinde bulunan anne isimleri de yerlerinde değildi. Melissa ne yapacağını şaşırdı. Hemen zemin katta bulunan telefona ulaşıp, müdürünün evini araması gerekiyordu. Evinde olup olmadığına bile emindeydi ama binada olmadığına göre muhtemelen evine gitmişti. Çünkü onu saatlerdir hiç görmemişti. Böyle bir şeyi asla yapmazdı. Neden onlara haber vermeden çıkıp gitmişti ki? Melissa tekrar başını kaldırdığında, kapının üzerinde gördüğü gölge bu kez belli belirsiz bir silüet halinde karşısında duruyordu. Bulanık, silik bir silüet. Bu bir hemşireydi. Melissa derin derin nefes alıp vererek kendisini sakinleştirmeye, aynı anda kendisine telkinler vermeye devam ediyordu.

“Bu bir halüsinasyon. Şu an halüsinasyon görüyorum. Yorgunu ve uykusuzum, zihnim bana oyun oynuyor.” Ama bu hiçbir işe yaramadı.

“Sen de kimsin? Neler oluyor?” diye sordu sonunda. Ama karşısındaki silüet hiç hareket etmeden durmuş, donuk gözlerle tam karşıya bakıyordu. Görüntü yavaş yavaş belirginleşiyordu. Görüntü belirginleştikçe, Melissa’nın halüsinasyon gördüğü düşüncesi de yavaş yavaş kayboluyordu. Melissa neler olduğunu anlamaya çalışırken, karşısındaki silüet konuşmaya başladı. Sesi uzaklardan geliyormuş gibi boğuk ve yankılıydı.

“Burası benim evim... Burası benim evim...” dedi silüet. Melissa karşılarını çattı.

“Ne?” diye sordu.

“Burası benim, burada kalamazsınız! Burası benim, burası bana ait...” diyerek, konuşmasını sürdürdü silüet. Aynı anda ağır adımlarla Melissa’nın üzerine doğru gelmeye başladı. Biraz sonra silüetin kucağında bir bebek belirdi. Melissa gözlerini kocaman açarak etrafındaki bebek yataklarına baktığında, bir bebeğin eksik olduğunu fark etti. O bebeği karşısındaki kadın almıştı. İyi ama hangi ara almıştı? Onu aldığını fark etmemişti bile. Melissa olduğu yerde hiç kımıldamadan ona seslendi. “Lütfen o bebeği bırak! O sana bir şey yapmadı, o daha küçük bir bebek. Lütfen onu yerine koy, onu bana ver.” diyerek söylendi Melissa. Ama silüetin yüzü ifadesiz, gözleri donuktu ve yalnızca dümdüz karşıya bakıyor, ağır adımlarla pencereye doğru ilerliyordu.

“Burası bana ait.” diyerek devam etti silüet. “Ya siz gidersiniz ya da sizi ben gönderirim.” diye ekledi. Melissa şaşkınlıkla ona bakmayı sürdürürken sordu.

“Ne demek istediğini anlamıyorum, benimle düzgünce konuş lütfen! Sen kimsin, ne istiyorsun?” diye sordu. Silüet pencerenin tam karşısına geldiğinde durdu.

“Burası benim, beni burada öldürdüler. Beni buraya hapsettiler, burası bana ait... Hepiniz buradan gideceksiniz yoksa hepinizi ben gönderirim.” dedi silüet ve aniden camdan dışarı fırladı. Cam parçaları etrafa savrulurken, Melissa kendisini parçalardan korumak için kenara çekildi. Sonra çığlık atarak pencereye koştu. Kadın, kucağındaki bebekle beraber camı ve çerçeveyi parçalayarak camdan aşağı atlamıştı. Birinci kattan atlamışlardı ama sonuçta kucağında bir bebek vardı. Melissa pencereden aşağıya baktığında hiçbir şey göremedi. Ortada ne kadın ne de bebek vardı. Hava zifiri karanlıkta ancak bahçedeki tek bir aydınlatma direği ortalığı az da olsa görmesini sağlıyordu. Melissa hızla arkasına döndüğünde, biraz önce hemşirenin kucağında gördüğü bebeğin yatağında yattığını fark etti. Bebek orada yatmış, hareketsiz bir şekilde uyuyordu. Melissa şaşkınlıkla neler olduğunu anlamaya çalışırken aynı çığlığı tekrar duydu. Yine koridordan geliyordu ama arkasını döndüğünde, biraz önce camdan atlayan hemşirenin tekrar pencerenin önünde durduğunu gördü. Ancak bu kez cam ve çerçeveler tamamen sapasağlam, olduğu gibi duruyordu. Biraz önce paramparça olmuştu ama şu an sapasağlamdı. Melissa neler olduğunu anlamaya çalışırken, karşısındaki kadında bazı değişiklikler gördü. Üzerinde hala hemşire kıyafeti vardı ama bu sefer suratı sanki tamamen yok olmuş, etle kaplanmış. Gözleri, ağzı, burnu, hiçbir şeyi yoktu ama hala konuşuyor, hala ses çıkartabiliyordu. Bu kez ses daha yakın ve daha net geliyordu. Melissa korku içinde ona bakarak söylenmeye başladı.

“Sen benim zihnimin bir ürünüsün, sen benim zihnimin bir ürünüsün. Ben şu an hayal görüyorum.” diye söylendi. Silüet ona karşılık verdi.

“Hayır, ben vardım. Hala da varım ve her zaman var olacağım. Burası bana ait, buradan defolup gideceksiniz!”

Melissa bir süre daha durup ona baktıktan sonra zihnine bazı bilgiler gelmeye, okuduğu bazı araştırmaları hatırlamaya başladı. Bina akıl hastanesi olarak kullanıldığı zamanlarda, burada bir hemşirenin ortadan kaybolduğunu okumuştu. O hemşireye ne olduğunu, nereye gittiğini, başına ne geldiğini hiç kimse bilmiyordu. Tıpkı o bodrum katta yaşananları birine anlattıktan sonra ortadan kaybolan diğer hemşireye olduğu gibi. Hemşirenin en son hastalardan birine birinin ilaçlarını vermek için ceza hücresine gittiğini biliniyordu. Ondan sonra bir daha onu gören hiç kimse olmamıştı. Bina tamamen aranmış, ama hiç kimse o hemşireyi bir daha bulamamıştı. Zaten akıl hastanesi hastaların bodrum katta birbirlerini parçalayarak öldürmelerinden dolayı değil, bir hemşirenin ortadan kaybolmasından dolayı kapatılmıştı. Yani hastaları hiç kimse insan yerine koymamış, hiç kimse onları bir canlı olarak bile görmemişti. Yalnızca bir hemşirenin kaybı bu hastanenin kapatılmasına neden olmuştu. Melissa şimdi anlamaya başladı. Bu kadın kaybolan hemşireydi. Bu kez daha sakin kalmaya çalışarak, olduğu yerden kımıldamadan sordu.

“Seni tanıyorum, senin hakkında her şeyi okudum. Ne oldu sana?”

Hemşire cevap verdi.

“Burası benim, burası bana ait.”

  Melissa sorusunu yineledi.

“Sana ne oldu? Sana ne olduğunu anlat. Seni tanıyorum, ama başına ne geldiğini bilmiyorum. Sana ne olduğunu anlatırsan belki sana yardım edebilirim. Başına ne geldiğini anlat.”

Hemşire cevap verdi.

“Ben bu odada yok oldum. Ben burada yok oldum, beni burada yok ettiler. Bu oda, bu bina tamamen bana ait.”

Melissa şaşkınlıkla hemşireye baka kaldı.

“Nasıl yani? Sana ne yaptılar? Ne olduğunu anlat. Her şeyi ortaya çıkartacağım.”

Hemşire devam etti.

“Beni bu odada yok ettiler. Dikkatli bakarsan görürsün. Beni bu odada yok ettiler. Ama ben hala buradayım ve her zaman burada olmaya devam edeceğim. Ben buradaki hayalet hemşireyim.” dedi hemşire. Sonra görüntü yavaş yavaş soluklaştı, silikleşti ve yok oldu. Melissa olduğu yerde donup kalmıştı. Ne demek istemişti? Beni burada yok ettiler ama hala buradayım derken ne demek istemişti? Dikkatli bakarsa göreceğini söylemişti. Nereye dikkatli bakacaktı? Melissa bebekleri kontrol etmek için etrafa bakındığında bütün bebeklerin kendi yatağında yattıklarını, hepsinin üzerlerinde pembe ve mavi tulumlar olduğunu ve yataklarının başlarında annelerinin isimlerinin yazdığını fark etti. Neler oluyordu? Aklını mı kaçırıyordu yoksa bunlar gerçekten yaşanıyor muydu? Melissa odanın içinde dikkatli ve ağır adımlarla dolaşarak bir şeyler hissetmeye çalıştı. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve o an içinde bir şey hissetti. Evet, o hayalet hemşireyi burada hissediyordu. Evet, o bu odadaydı. Ama nerede? Odanın içinde dolaşmaya devam etti. Ellerini duvarlara dayadı. Kapının yanındaki duvarda bir sıcaklık hissetti. Gözlerini açıp karşısındaki duvara baktı. Bordo renkli duvar kağıdı ile kaplı duvarda, elini koyduğu yerin yavaş yavaş siyah bir leke ile kaplamaya başladığını fark etti. Burada bir şey vardı. Hemşire buradaydı. Ama nasıl? Bu sadece ahşap bir duvardı. Melissa duvar kağıdını tırnağıyla kazıyarak bir kısmını yırttı. O sırada kahve rengi olması gereken ahşap duvarın simsiyah olduğunu fark etti. Bu duvarı kırmalıydı. Onu kırmak için bir şey bulmalıydı. Bunun için bahçıvanın malzemelerini sakladığı dolabı kurcalamak için zemin katta bulunan malzeme odasına gitti. Orada bir çekiç ile testere buldu. Onları alıp tekrar bebek odasına çıktı. Çekici kullanarak ahşap duvara vurmaya başladı. Küçük bir delik açıldıktan sonra testereyle o deliği büyütmeye çalıştı. Ancak testereyle hiçbir şey yapamadı. Çekici tekrar alıp, duvarı parçalamaya devam etti. Bebekler sese hiçbir tepki vermiyordu. Hala uyumaya devam ediyorlardı.

Melissa duvarın bir kısmını parçaladığında, kendisini aniden geriye attı. Şaşkınlıkla donup kaldı. Duvarın tam ortasına, dümdüz bir pozisyonda yerleştirilmiş bir kalıntı vardı. Bunlar insan kalıntılarıydı. Gerçek iskelet kalıntıları. Yer yer kemikler görünüyor, yer yer etler kalmış, üzerinde kurtluklar ve böcekler dolanıyordu. Üstelik üzerinde yok olmak üzere olan, hemşire kıyafetine benzer bir elbise vardı. Bu oydu, bu hayalet hemşireydi. Ama nasıl? Onun bu duvarın içine ne işi vardı? Onu yok edenler ya da öldürenler kim ise onu bu duvarın arasına nasıl koymuşlardı? Bununla ilgili bir şey okuduğunu hatırlamıyordu. Hemen dedektifleri aramalıydı. Telefona ulaşmak için zemin kata indi. Telefonu eline aldığında aniden yere bıraktı. Telefon yere düşüp parçalandı. Çünkü telefon alev gibi yanıyordu. Melissa şaşkınlıkla telefona bakarken kablosunun yok olduğunu fark etti. Ne yapacağına karar vermeye çalışarak bodrum kattaki kadınların yanına gitti. Kadınlar hala uyuyordu. Hiçbir şeyden haberleri yoktu. Dışarıda sağanak yağmur yağıyordu. Nereye gidecekti? Bu binadaki bunca bebeği ve yeni doğum yapmış bunca kadını tek başına bırakıp nasıl gidecekti? Onları burada bırakamazdı. Ama birilerini de aramak zorundaydı. Bunun için herkes uykudayken arabasına atlayıp şehre gidebilir ve birkaç dedektifle beraber geri dönebilirdi. Bu süre içinde de hiç kimse onun yokluğunu anlamazdı. Hemen arabasının anahtarını alıp üzerine de kabanını giydi ve aracına doğru ilerledi. Yağmur, bardaklar boşalırcasına yağıyordu. Arabasına binip anahtarını kontağı taktı ve kontağı çevirdi. Araba biraz homurdandı ama çalışmadı. Melissa kaşlarını çattı. Bu da neydi şimdi? “Çalışsana, aptal makine!” diye söylendi. Kontağı tekrar çevirdi ama araç yine çalışmadı. Biraz sonra aracın tavanında bir gürültü koptu. Melissa aniden irkildi. Aracın tavanına bir şey düşmüştü. Araçtan çıkıp üstüne baktığında gözlerini kocaman açtı. Çığlık çığlığa geri geri yürüyerek araçtan uzaklaştı. Titreyen elleriyle saçlarını yolmaya, aynı anda hüngür hüngür ağlamaya başladı. Gözyaşları yağmur sularıyla karışarak yere süzülüyordu. Aracın üzerinde, yeni doğan bebeklerden birisi vardı. Pencereden aşağıya düşmüştü. Ama nasıl? Bu bebek oradan nasıl düşebilirdi? Bebeğin üzerinde yine beyaz bir tulum vardı ve tulum kandan dolayı kırmızıya dönmeye başlamıştı. Kanlar yağmur sularına karışıp aracın üzerinden yerlere akarken, Melissa tekrar binaya koştu. Bebek odalarının bulunduğu kata çıkıp odaya girdiğinde, pencerenin hala sağlam olduğunu ve bebeklerin hiçbirinin eksik olmadığını, hepsinin üzerinde pembe mavi tulumlarının olduğunu fark etti. Neler oluyordu? Melissa ellerini yumruk yapmış başına vuruyor, kendi kendine söyleniyordu.

“Tanrım! Aklımı kaçırıyorum... Tanrım bana yardım et! Tanrım neler oluyor?” Aynı anda çığlık çığlığa ağlıyordu. Saçlarından ve üzerindeki kıyafetlerinden yağmur suları damlıyordu. Bu kata çıkana kadar yağmur suları her yere yayılmıştı ama arkasının döndüğünde, yerlerin kupkuru olduğunu fark etti. Bir damla bile su yoktu. Hatta üzerinin bile kupkuru olduğunu fark etti. Biraz önce dışarı çıkmış, sırılsıklam olmuş, yerlere yağmur suları bulaştırmıştı ama şimdi üstü başı kupkuruydu. Melissa hüngür hüngür ağlamaya devam ederek tekrar bahçeye çıktı ve aracına bindi. Aracı tekrar çalıştırmayı denedi. Araç bu kez çalıştı ancak gaza bastığında, yalnızca olduğu yerde sallandı. Melissa başını kaldırıp dikiz aynasına baktığında hayalet hemşireyi gördü. Aracın arkasına gitmiş, elini arabanın üzerine koymuş, hareket etmesini engelliyordu. Bu da neydi şimdi? Melissa direksiyon simidine birkaç kere vurduktan sonra araçtan indi ve hayalet hemşireye bağırarak söylendi.

“Bunu neden yapıyorsun, ne istiyorsun? Seni buldum, sana yardım etmeye çalışıyorum... Bırak gideyim, lütfen!”

Hayalet hemşire yağmurun altında hiç ıslanmadan, donuk gözlerle ona bakıyordu. Surata hala ifadesiz, bakışları hala donuktu.

“Sen bana yardım edemezsin, hepiniz buradan defolup gideceksiniz, yoksa hepinizi ben gönderirim.” Melissa tekrar söylendi.

“Lütfen beni bırak gideyim, sana da yardım edeceğim. Buradaki herkesi de göndereceğim. Sana söz veriyorum, burada hiç kimse kalmayacak. Burası sadece sana ait olacak. Ama lütfen şimdi beni bırak.”

Hayalet hemşire bir elini ağır ağır kaldırarak avuç içini Melissa’ya gösterdi. Melissa o an nefesinin kesildiğini hissetti, nefes almaya çalışıyordu ama alamıyordu. Sanki ciğerleri patlayacak gibi hissediyordu. Olduğu yerde kilitlenip kalmıştı, hiç hareket edemiyordu. Hayalet hemşire elini tekrar indirdiğinde, Melissa derin derin nefes alıp vermeye başladı. Gözlerini kocaman açmış, korku dolu gözlerle ona bakarak söylenmeye devam ediyordu.

“Yalvarıyorum, beni bırak... Yalvarıyorum. Benim hiçbir şeyden haberim yok. Seni buldum, seni yok ettikleri odada buldum. Söz veriyorum sana yardım edeceğim, beni bırak lütfen.”

Hayalet hemşire yavaş yavaş yok oldu. Melissa şaşkınlıkla etrafına bakıp onu arıyordu. Başını yukarı kaldırdığında, onu bebek odasının penceresinde gördü. Pencerenin arkasında, kesik kesik çakan şimşeklerin beyaz ışığında bir görünüyor bir kayboluyordu. Biraz sonra kucağında tuttuğu bebeği havaya kaldırdı. Melissa onu gördüğü zaman yalvarıyor gözlerle hayalet hemşireye bakarak, bunu yapmaması için bir şeyler söylemek istedi. Ama hiçbir şey söylemedi. Çünkü bunun da gerçek olmadığını biliyordu. Bu da ya bir hayaldi ya da hayalet hemşirenin bir oyunuydu. Hayalet hemşire bir eliyle pencereyi kırıp parçaladı ve kucağında tuttuğu bebeği camdan aşağı attı. Ama Melissa zemine baktığında hiçbir şey göremedi. Bebek sanki havadayken yok olup gitmişti. Başını tekrar kaldırdığında hayalet hemşire de yoktu. Melissa’nın gözleri kendilerine ağır ağır kapandı. Gözlerini tekrar açtığında, ufacık, dar bir yerde olduğunu hissetti. Etrafına bakındığında, önünde ve arkasında ahşap bir tabaka olduğunu fark etti. Başının önünde ise küçük, daire şeklinde bir açıklık vardı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken karşısında hayalet hemşireyi gördü. Hayalet hemşirenin suratında hiç görmediği bir ifade vardı. Gülümsüyordu. Ona bakarak söylendi.

“Şimdi yok olma sırası sende. Benim yerime sen geçiyorsun.”

Melissa şaşkınlıkla ağzını açtı ama hiçbir şey söylemedi. Korkudan dili tutulmuştu. Tek kelime söyleyemiyordu. Hayalet hemşire onu buraya hangi ara sokmuştu? Buraya nasıl girmişti? Ne için girmişti? Hemşire elini kaldırıp Melissa’nın başının önünde bulunan deliğe doğru uzattı. O delik de ağır ağır kapandı ve Melissa ahşap duvarın arasına gömülüp ortadan kayboldu. Yok olma sırası ondaydı. Bir sonraki yok olma sırası kimdeydi?

 

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Semina Coşkun Hikâyelerim duygularla oynamayı seviyor...