“Şehirden Köye Bir Hasret Hikâyesi”

Köşe yazısı

Ekim 10, 2025 - 19:59
Ekim 11, 2025 - 00:12
 2  39
“Şehirden Köye Bir Hasret Hikâyesi”

“Şehirden Köye Bir Hasret Hikâyesi”

Bir zamanlar, insanların samimiyeti, bahçede oyun oynayan çocukların sesi, kuş cıvıltıları konuşurdu köylerde. Rüzgârın savurduğu yapraklar, toprak yolda yankılanan ayak sesleri, at arabası ile tarlalara gidilirdi. Sabah ezanı ile birlikte bir horozun ötüşü… Hepsi birer kelimeydi o sessizliğin dilinde. Çocukken okuduğumuz kitaplar da bu sessizliğin tercümanlarıydı. Sayfaları çevirdikçe yalnızca hikâyeler değil, içimize işleyen hayaller dökülürdü gözlerimizin önüne.

Küçük bir dağın yamacına kurulmuş evler… Bahçelerinde sabah çiğ taneleriyle ıslanmış güller, tel örgülere yaslanmış sarmaşıklar, ve otlayan kuzuların dinginliği. Her şey yerli yerindeydi. O tabloyu tamamlayan ise bir elinde kavalı, diğer elinde çatlamış bir değnekle yürüyen, koyun güderken kavalını eşsiz bir melodi ile çalan çobandı. Gözleri uzaklara dalar, dudakları kıpırdamadan düşünürdü. Belki de o çoban, çocukluğumuzun filozofuydu; kelimelere ihtiyaç duymadan öğreten, sessizliğiyle konuşan bir bilge.

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan insanlar… Horozun ötüşüyle birlikte uyanan toprak, kuş sesleriyle şenlenen bahçeler. Ve bir çağlayanın kenarından yükselen su sesi… Ah o sesler… Kalbimizi serinleten, ruhumuzu yıkayan, içtikçe doyamadığımız bir berraklık. O sesler bizi gerçekliğin sınırlarından alıp hayalin kucağına bırakırdı. Ne bir gürültü, ne bir telaş… Sadece huzur, sadece içtenlik.

Ama zaman, sessizliği unuttu. İnsanlar, köylerden şehirlere göçer oldu. Şehirde her yer betonla örtüldü. Ovalar asfaltla boğuldu, köyler garip kaldı. Köyün insanı artık takım elbiseli beyler, süslü elbiseli hanımlar, bahçede oyun oynayan çocuklar yerine, ellerinden telefon düşmeyen çocuklar... Hikâyeler, yaşanmışlıkların değil, sadece süslü cümlelerin ürünü artık.

Oysa biz hâlâ bir çağlayanın kenarında oturup hayal kurmayı özlüyoruz. Ateşin başında çay içmeyi, mis gibi dağ, orman havası ile uyanmayı, köyün sessizliğinde huzur bulmayı, bir horoz sesiyle uyanmayı… Belki de bu yüzden eski kitapları saklıyoruz. Çünkü onlar sadece hikâye değil; bir zamanlar yaşanmış, solunmuş, hissedilmiş bir dünyanın tanıkları.

Bugün şehirde yürürken gözlerimizi kapatıp o köyü hayal edebiliyorsak, halâ umut var demektir. Çünkü hayal kurabilen insan, geçmişi unutmamış demektir. Ve geçmişini unutmayan, geleceğini inşa edebilir.  

Belki de en büyük sessizlik, içimizde yankılanan o eski kasabanın sesidir. Ve biz, o sesi duymaya devam ettikçe, kaybolmuş sayılmayız...

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow