Boşlukta Yürüyen

İnsan zihni kaçamayacağı bir hapisanedir...

Ekim 20, 2025 - 22:26
Ekim 24, 2025 - 14:21
 0  19
Boşlukta Yürüyen

Tavanı izliyordu. İnsan zihni, kaçamayacağı bir hapishanedir. Duvarlar—sadece taş değil, düşüncenin bizzat kendisidir. Sararmış, küflenmiş, zamana yenilmiş. Odanın köşelerinde ince ağlar sarkıyordu; örümcekler bile burada bir düzen kurmuştu. Kaosun içinde bile bir düzen! Ama insan zihni… İnsan zihni, bu düzeni yadsıyacak kadar dağınıktır.

Ölüm? Ha! Ölüm üzerine düşünmek, ancak yaşama dair umudunu kaybedenlerin lüksüdür. İnsan, uçurumun kenarında yeterince uzun süre durursa, boşluk artık bir tehdit olmaktan çıkar. Boşluk da bir eve dönüşür. İnsan alışır. Kendi yıkımına bile alışır!

Ay ışığı, pencerenin aralığından içeri sızdı. Dolunay. Gökyüzünde bir taş parçası; ne iyi ne kötü. Ama biz ona anlam yükleriz. Çünkü insan, anlamsızlık karşısında titrer. Oysa ay, hiçbir şeyi umursamaz. Tanrılar bile öldüğüne göre, şu taş parçası neden bir anlam taşısın?

Bir yudum kahve aldı. Soğumuştu. Tadı, geçmişin bayatlamış anıları gibi diline yapıştı. Yaşam da böyle değil miydi? Önce sıcak, sonra dayanılmaz. Sonra soğuk ve anlamsız. Bardağı masaya koydu. Düşünmek… Düşünmek öldürmezdi belki ama insanı ağır ağır çürütürdü. Kaçmalıydı. Yürümeliydi.

YÜRÜYÜŞ

Gece. Maskeler düşmüştü. Gündüzler, büyük bir sahnedir—oyun, ışık, yapay gülüşler… Ama gece! Gece, hakikatin zamanıdır. Her şey daha çıplak, daha acımasız, daha gerçek.

Ayakları taşlara çarptıkça ses yankılandı. Gecede yankılanan bir adam—hiçliği içinde kaybolmuş, ama yine de bir yerlere yürüyen. Şehre baktı. Işıklı tabelalar, sokak köşelerinde bekleyen yorgun bedenler, banka oturmuş dumanın içinde kaybolan bir adam… Hayat devam ediyordu. Ne trajik! İnsanlar, hiçliğin içinde bile hareket ediyordu. Bir amaç uğruna mı? Hayır! Çoğu, sadece yürüyordu.

Sahile yöneldi. Deniz… Ah, deniz! Her şeyi yutar. Çığlıkları, kaybolmuş bedenleri, unutulmuş hikâyeleri. Deniz unutmaz ama susturur. İşte bu yüzden deniz, yaşamın en büyük yalanıdır.

Dalgalar kayalara çarpıyordu. Ritim içinde bir kaos. Bir düzenin içinde süreklilik, ama yine de yıkım. Deniz, her seferinde kıyıyı döver. Tıpkı yaşam gibi. Tıpkı insanın kendi içindeki yankılar gibi.

Uçurumun kenarına geldi.

UÇURUM

Aşağıya baktı. Boşluğa. Boşluk da ona baktı.

Kaybolmanın iki yolu vardır: Bir başkasının içinde kaybolmak ya da kendi içinde. O, ikinci yolu seçmişti. Çünkü insan, en büyük hapishanesini kendi zihninde taşır. Uçurum, sadece bir simgedir. Hakikat, insanın kendi içindedir. İnsan, kendi uçurumunu içinde taşır.

Ama sonra… Bir hareket!

Gölgelerin içinde bir adam. Uzakta bir bankta oturmuş, sigarasının ucunda titreyen bir kor. O da buradaydı. O da uçurumun kenarındaydı.

Belki de en büyük trajedi, yalnız olmadığımızı fark etmektir. İnsan, kendi karanlığında eşsiz olmayı diler, ama sonra bir gölge daha görür. İşte o an, yalnızlığın bile bir yanılsama olduğunu anlar.

Bir adım geri attı. Sonra bir adım daha.

Ve yürümeye başladı.

Çünkü bazen, uçurumdan atlamak değil, yürümek gerekir.

Bazen, düşmekten daha cesur olan şey, yaşamaya devam etmektir.

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow