ODA 6

Mayıs 17, 2025 - 13:30
Mayıs 18, 2025 - 09:18
 3  763
ODA 6

ODA 6

Hayat çok kısa. Sana verdikleriyle yetinmek lazım, deniyor değil mi?

Peki, sana verdikleri, sana çok ağır bedeller ödettiriyorsa, o zaman ne diyeceksiniz buna? Benim hayatımın bana verdikleri, nedense çok az mutluluk çok fazla acı ve hüzün getirmişti. Yetimhanede yediğim dayakların haddi hesabı yoktu.

Peki, ben bu darbeler ile yetinecek miyim?

Arkadaşlarımın acı ve işkence dolu görüntüleri ile geçen on beş yılıma rağmen ben yetinecek miyim?

Beni terk eden anne ve babama duyduğum öfke ile ben yetinecek miyim?

Bu hayatı bana reva gören ile hesaplaşma isteğiyle ben yetinecek miyim?

Hayır, yetinmek zorunda değilim. Yetinmeyeceğim.

Ölmek zorunda değilim. Ölmeyeceğim.

 

 

 

Harry’nin bu lanet kadının fotoğrafında ne işi vardı? Gözlerim kocaman açılmış, hayretler içinde fotoğrafı inceliyordum. Evet evet! Yanlış görmüyordum. Bu Harry! Gördüğüm bu resmin karşında donmuş kalmıştım. Bir süre sonra kendime gediğimde kızıl sakala baktım. O hala sandalyesinin üzerinde bir ileri bir geri sallanıyor, elindeki piposunu derin derin içine çekiyor ve dumanını havaya savuruyordu. Yavaşça elimdeki bezle fotoğraf çerçevesini siliyordum. Kızıl sakala dönerek;

-Şey yy bu resimde Bayan Annabel’in yanında olan kişi kim? Derken sesim titriyordu. Neyse ki kızıl sakal içine çektiği dumanın etkisi ile hafif mayhoş olmuştu. O yüzden, biraz da çakır keyif bir şekilde;

- Bayan Annabel’in oğlu o. Dediğinde, şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Ağzım açık bir şekilde hem ona hem resme bakıyordum ki, Kızıl Sakal kendine gelmiş, kokmuş nefesiyle üzerime doğru bağırmıştı.

-Sen kimsin de bana soru soruyorsun. Çabuk hadi bitirdiysen çıkalım.

-Bitti, demem ile beni yine kolumdan tutup sürükleyerek, dışarıya çıkardı ve

-Çabuk yukarı odana çık. Her şeyi de merak edip sorma! Deyip okkalı bir tokat yüzüme savurdu. O kadar şiddetliydi ki bir iki metre ileriye savrulmuş, başımı merdivenin tırabzanına çarpmıştım. Sendeleyerek ayağa kalktım ve merdivenden yukarıya yatakhaneye çıktım. Canımın acıdığına mı yanayım, kafamın allak bullak olduğuna mı?

            Suratımda koca bir morluk ve şişlikle odaya girdim. Diğer çocuklar çoktan yatmıştı. Suzi ise beni yatağında bekliyordu. Beni görünce hemen ayağa fırladı ve koluma girdi. Ayakta duramayıp sağa sola tutunduğumu gören zavallı Suzi bana yardım edip, yatağıma uzattı.

-Mary, çok geciktin hem ne bu hal? , yine mi dayak yedin o hayvan azmanından? Dur biraz soğuk su getireyim. Pansuman yapalım. Arkasını dönen Suzi’nin koluna yapıştım. Benim bir şeyim yok biraz dinlenirsem geçer. Hem bu gece planımızı uygulayacağız. Sen de git biraz uzan gece yarısı kaçacağız bu cehennem çukurundan.

-Gerçekten yapabilecek miyiz? Dedi Suzi tedirgin bir şekilde.

Başımı sessiz bir şekilde salladım. Sonra aşırı yorgunluk ve darptan dolayı sızıp kalmışım. Nice sonra uyandım. Duvardaki saat gecenin üçünü gösteriyordu. Aklımda deli deli sorular birbirini kovalıyordu. Harry gerçekten Bayan Annabel’in oğlu olabilir miydi? Eğer bu doğruysa, Harry benim hayatıma nasıl girmişti. Ben Harry ile üniversite zamanı bir arkadaşımın vasıtasıyla tanışmıştım. O zamanlar benim kimsesizler yurdunda kaldığımı biliyordu. Her şeyi ona anlatmıştım. Hatta bayan Annabel’i de. Ancak hiç tepki vermemiş, sanki ilk kez duyuyormuş gibi beni dinlemişti. Kafamın içindeki kargaşa hiç bitmeyecek gibiydi. Ayağa kalktım ve Suzi’ye yönelerek onu dürttüm.

-Şşşt hadi kalk gidiyoruz. Suzi gözlerini ovuşturarak bana baktı. Gözlerinde bir korku ve endişe vardı.

-Mary belki bu planı ertelemeliyiz. Ne dersin. Ben çok korkuyorum.

-Hiçbir şey olmayacak. Seni bu yerden çıkaracağım. Beraber kurtulacağız.

Suzi ayağa kalktı. Daha önceden gözüme kestirip sakladığım, küçük bir el fenerini kızıl sakalın belinden çalmıştım. Sessiz bir şekilde aşağıya inmeye başladık. Her taraf çok sessiz ve karanlıktı. Koridorlardan geçip katları indikçe, aşağıdan garip sesler gelmeye başlamıştı. Suzi sesleri duyunca;

-Mary bu garip sesler de ne? Gel vazgeçelim. Kesin yakalanacağız.

-Bir şey olmaz. Hadi hızlıca aşağıya inelim. Bizi kimse görmeden.

Bodrum katına geldiğimizde sesler netleşmişti. Sanki bir makine sesine benziyordu. Yavaşça sesin geldiği tarafa yöneldik. Bir yandan merak bir yandan korku ve endişe taşımakla birlikte neler olduğunu da görmek istiyordum. Sesleri takip edince bodrum sandığım katın altında bir kat daha olduğunu fark ettim. Aşağıya inerken kapının yarı açık olduğunu gördüm. Gizlice kafamı kapıdan içeriye soktum. Suzi arkamdaydı. Heyecandan nefes alışverişleri o kadar hızlanmıştı ki nerdeyse duyulacaktı. Arkamı döndüm ve sessizce sakin ol dedim. İçerisi loş karanlıktı. Birileri bir makine, ne bileyim işte bir testere sesine benzer bir şey kullanıyordu. Bu yüzden bizim geldiğimizi fark etmemişlerdi. Nefesimi tutarak adımımı içeri attığımda, ayağımın vıcık vıcık kırmızı bir şeye bastığını gördüm. Bu durum beni daha çok meraklandırmıştı. Suzi’ye merdiven boşluğunda kalmasını söyledim. İçeri girip hemen bakıp çıkıcam dedim.

-Nolur beni yalnız bırakma! Diyen Suzi koluma yapışmıştı. Zorla elini kolumdan ayırdım. Bekle. Şşşt. Tamam, bir şey olmayacak, dedim.

Ayağımın altındaki sıvı kaygan bir şeydi . Odanın içi keskin bir kan kokusu ile doluydu. Midemin bulandığını hissettim. Naylon perdelerle çevrili kısmın içinde 2 insan silüeti vardı. Bir ara perdeler aralanınca içerdeki kişilerin kim olduğunu gördüm. Çığlık basacaktım. Ama ellerimle kendi ağzımı sımsıkı kapattım. O iki kişiden biri Bayan Annabel diğeri ise Harry idi. Üzerine eğildikleri ve kestikleri nesne ise bir insan cesedinden başkası değildi. Harry ellerinde eldiven, üzerinde kana bulaşmış bir önlükle cesedi boydan boya kesiyor ve göğüs kafesi içindeki organları nazik bir şekilde çıkarıyordu. Daha sonra onları alıp buzla dolu bir kaba koyuyordu. O an başım döndü. Bayılacak gibi oldum. Nefesim kesildi. Gördüklerim gerçek olamazdı. Bir an cesedin yüzüne baktım ve çığlık attım . Masada yatan ve parçalanan Suzi’den başkası değildi.  

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow