Ziyaret

Birbirinden kopuk 3 kardeş babalarının evine bayram ziyaretiyle hayatları tamamen değişir, bu ziyarette sırlar, söylenmesi gereken ama söylenemeyenler dile gelir hesaplaşma ve yüzleşme ailenin hayatlarını tamamen değiştirir

Ekim 17, 2025 - 10:01
Ekim 17, 2025 - 20:07
 0  24
Ziyaret

1. Bölüm: Eve Dönüş Kahvaltı masasının ortasında taze kesilmiş ekmek kokusu yayılsa da odadaki sessizliğin havası ağırdı. Zeliha, sofrayı büyük bir özenle kurmuştu. Yeşil örtüsünü sererken özenle yerleştirdiği çay bardaklarını pırıl pırıl silmiş, göz alıcı bakır cezvede kahve hazırlamıştı. Bayramın ilk günüydü, ama bahçedeki iğde ağaçlarının hışırtısı dışında evden ne bir kahkaha ne de bir bayram sevinci yükseliyordu. Zeliha mutfak penceresinden dışarı baktı; uzun yıllardır bu kadar çok hazırlık yapmamıştı. Metin hapisten çıktığından beri bu, ilk defa çocuklarını bir arada göreceği an olacaktı. İçinde ince bir huzursuzluk vardı. Ne olursa olsun, herkesin bugün birbirini incitmeden bir arada kalmasını istiyordu. Arabanın sesiyle irkildi. “Metin geldi,” diye mırıldandı kendi kendine. O sırada İrfan, odanın köşesindeki eski ahşap koltukta gazeteyi sessizce katladı. Karısının sözlerini duymuş ama cevap vermemişti. Yüzünde sert bir ifade vardı; gazeteyi bırakıp ayağa kalkarken gözlerinde geçmişin gölgesi dolaşıyordu. Kapı çalındı. “Hoş geldin, oğlum,” dedi Zeliha kapıyı açarken, yorgun ve tedirgin bir gülümsemeyle. Metin’in yüzündeki ifadeden hayatının ağırlığını görmek mümkündü. Kalın kaşları çatılmış, yanakları içeri çökmüş, gözlerinin altındaki halkalar uykusuzluğun ve düşüncelerin iziydi. Ancak annesiyle karşılaşınca yüzüne yavaş yavaş bir sıcaklık yayıldı. “Bayramınız mübarek olsun, ana,” dedi ve zor da olsa gülümsedi. “Gel, geç içeri. Baban içeride…” dedi Zeliha, ama sesi son kelimede hafifçe titredi. Metin, babasının varlığının ağırlığını biliyordu. İçeri adım attığında, İrfan’la göz göze geldi. Selam verdi, ama İrfan yalnızca başını eğerek kısa bir cevap verdi. Zeliha, sessizliği dağıtmak için hemen konuyu değiştirdi. “Bak, Fatma da burda , dedi. “Masayı özenle hazırladık. Rızada nerdeyse gelir siz torunlar oh Bayram gibi bayram olsun istiyorum.” Metin, cevap vermedi, gözlerini kısa bir süre yere dikti. Onun da kafasında başka bir masada toplanan geçmişin hayaletleri vardı. Bir süre sonra bahçeden başka bir arabanın sesi geldi. Bu kez Rıza ve Gülce gelmişti. Rıza, yıllardır düzenli yaşamaya alışmış, iyi bir hayat kurmuş adamın havasını taşıyordu, ama gözlerinin derinindeki dalgınlık hala duruyordu. Gülce ise arabadan iner inmez boynundaki pırlanta kolyeyi düzelterek “Hay Allah, buraya gelmek için ne çile çektik, hiç asfalta doğru düzgün bir yol yapamamışlar mı?” diye sordu. Metin, kenardan bu sözleri duydu ve kardeşinin hayatına dahil olan bu kadına içinden hafif bir öfkeyle baktı. Annesi herkesi masaya çağırırken, herkes için artık zor bir günün başladığı belliydi.Sofra dolmuştu. Çay bardakları tıkırdıyor, kahvaltı tabakları arada el değiştiriyordu. Ancak ortamda belli belirsiz bir huzursuzluk vardı. Gözler konuşmaktan çok kaçınıyor, her kelime özenle seçiliyordu. Masanın köşesinde oturan Metin, çatalıyla önündeki domatesi dilimlemeye çalışırken, babasının ona ara ara attığı soğuk bakışları hissetti. Bir an yerinden kalkmak, bahçeye çıkıp sigara yakmak istedi, ama bunu yapmak bile içsel bir cesaret gerektiriyordu. “Metin, nasılsın oğlum? İşin sıhhatin yerinde mi? "diye sordu annesi, biraz sessizliği bozmaya çalışarak. “İyi gidiyor ana,” dedi Metin, sert sesiyle. “Naci abi sağolsun komyonetlerden birini verdi köylerden süt topluyorum mandıraya Geçen hafta yeni bir köy eklendi. Çalışıyoruz işte…” Bu sırada İrfan, uzun zamandır beklediği patlamayı yaptı. Gözlerini masadaki çay bardağından kaldırmadan konuştu. “Çalışıyorsun… Hadi bakalım. İnsan bir hata yaptı mı, onu telafi etmek için çalışır zaten. Ama hataları unutmak öyle kolay olmaz.” Metin’in çatalı, tabaktaki domatesin üzerinde asılı kaldı. Ortamdaki hava aniden gerilmişti. Rıza, başını masadan kaldırıp babasına bakmak istediyse de bir şey söylememeyi tercih etti. Zeliha ise hemen konu değiştirmek istedi. “İrfan bey , bayram günü... Metin işine bakıyor. Sen de hep geçmişe dönüp durma artık…” İrfan, başını kaldırıp karısına baktı. “Sen karışma Zeliha hanım . Bir baba olarak oğlumla konuşuyorum.” “Bırak şu baba işlerini be!” diye yükseldi Metin bir anda. “Ben senin gözünde hâlâ o hapisteki adamım, değil mi? Ne yapsam değişmeyecek bu.” Sözler sofranın üzerine buz gibi düştü. Rıza gözleri tabağa dalarak gülümseyerek "işte çiftçi ailesi bu aile picasso tablosu gibi eşsiz ve benzeri yok, işte irfan çiftçi ve sevgili oğlu metin çiftçi" Fatma, kahvaltının büyük kısmını sessizlikle geçirmişti ama abisinin bu sert çıkışına kaşlarını çattı. Annesi ne yapacağını bilemeden konuşmaya çalıştı. “Metin, oğlum…” Fatma, sonunda sesini yükseltti. “Bırakalım da insanlar bir günün tadını çıkarsın. Yeter! ! Her bayram aynı kavga… Herkes kendi derdinde zaten…” Metin, küçük kız kardeşine bakarken ne kadar büyüdüğünü ve kırılgan da olsa bu evde en fazla sorumluluk taşıyan kişi gibi davrandığını fark etti. Ona doğru eğilerek alaycı bir tonda konuştu. “Sen de âleme moral dağıtıyorsun artık, öyle mi? Kendi evindeki sorunları çöz de sonra bizle uğraş! "Nerde kocan" Metin'in kaşı hafifçe kalktı, yüzüne alaycı bir ifade yerleşti. "Demek o önemli toplantıya katılıyor," dedi soğuk bir tonda. "Gelecekti de, değil mi? Ama önceliklerini iyi biliyor. Ne zaman bir şey isteseniz beyefendi ortadan kaybolmuyor mu?" Fatma, abisinin bu çıkışına sinirlenmek yerine sakince konuşmayı tercih etti: "Bu mesele seni ilgilendirmez. Adem'in ne yaptığı bizim aramızdaki bir şey. Yine de yanlış düşündüğünü söyleyeyim; iyi bir insan Adem. Belki sen de onu biraz tanımaya çalışsan, kim bilir, belki yanıldığını görürsün." Metin, çayından bir yudum alarak arkasına yaslandı. "Fatma," dedi soğuk bir sesle. "Benim bu hayatta gördüğüm hiçbir şey bir daha yanıltmaz. Sen ne dersen de, Adem benim gözümde hâlâ bir silüetten ibaret." Fatma, öfke ya da kırgınlık göstermek yerine, masayı toplamaya kalktı . "Bak Metin, ne Adem, ne sen, ne de bir başkası beni sinirlendirebilir artık. Hayatta her şeyden önemlisi, kendimize sahip çıkabilmek... İnsan, neyi kaybettiğini ve neyin asla geri gelmeyeceğini bilince, gerisi anlamını kaybediyor." Fatma’nın yüzü bir anda sakinleşmiş gibi oldu. Gözleri dolsa da dik durmaya çalıştı. Metin’in gerçek anlamda kalbini kırmış olduğunu biliyordu. Onun her sözünde, abisinin çocukluktaki o öfkeli halini görür gibiydi. Masadaki sessizliği yine Gülce bozdu. Kahvaltı boyunca sessizliğini koruyan Rıza’nın eşi, memnuniyetsiz tavrını gizleme ihtiyacı hissetmeden söze girdi. “Zaten burada herkes birbirini suçlamak için gelmiş galiba. niye buraya geldik? İstanbul’da ne güzel vakit geçirebilirdik.” Bu söz Rıza’yı kesti. Ağırbaşlı bir şekilde eşine döndü ve alçak ama kararlı bir tonda konuştu. “Bura dediğin yer ailemin evi Gülce. Eğer onlarla ilgili bir sorunun varsa, kalkar gidersin. Ama şu sofrada biraz saygılı ol.” Gülce, eşinin bu sözlerine hazırlıksız yakalanmıştı ve kıpkırmızı olmuş yüzünü çevirip başka tarafa baktı. Zeliha, masadaki tansiyonu düşürmek için elinden geleni yapmaya kararlıydı. Derin bir nefes aldı ve kahvesini yudumlarken bastırdığı sesiyle, “Bugün bayram... Ne kadar kavga edersek edelim, sonuçta hepimiz biriz. Artık bu tatsız konuşmaları bir kenara bırakalım,” dedi. Ancak masadaki kimse gerçekten sakinleşmiş gibi değildi. Bugün çok daha derin yaralar açılacaktı ve aile, geçmişin tüm kırgınlıklarını tekrar hatırlamak zorunda kalacaktı.Masadaki gerginlik dışarıdaki bahar havasıyla büyük bir tezat oluşturuyordu. Kuş cıvıltıları ve uzaktan gelen koyun sesleri, yıllardır yaşanmış kırgınlıkların yarattığı ağırlığı dağıtmaya yetmiyordu. Metin, sofradan kalktı ve birkaç adım atıp pencerenin kenarına geçti. Camın ardında çocukluk günlerinden kalma tanıdık manzara vardı: Üzüm bağları, tozlu köy yolları ve rüzgârla dans eden kavak ağaçları. Ama ne manzara ne de köy eskisi gibi görünüyordu gözüne. Kendi içindeki fırtına manzarayı bulanıklaştırıyordu. “Baba, madem hiçbir zaman değişmeyeceğim gözünde,” dedi sert bir sesle, “niye beni sofrana oturttun? Söyle, her bayram beni aşağılamak için mi bu tiyatroyu yapıyorsun?” İrfan yavaşça yerinden kalktı. Metin’in birkaç adım ötesinde durdu ve iç çekerek cevap verdi. “Sen kendi kararlarınla kendi hayatını mahvettin Metin. Ben sana her fırsatta ne söyledim? İnsan dik duracak, yanlışını görüp düzeltecek. Ama sen hep öfkene yenildin!” “O zaman bırak beni!” diye bağırdı Metin, pencereye bir yumruk savurur gibi yaptı. O an herkes irkilip yerinde kaldı. Zeliha korkuyla İrfan’ın kolunu tuttu. Fatma ise masanın ucunda oturduğu yerde usulca başını iki elinin arasına aldı. “Ben de o gün ne yaptıysam…” Metin, sesi titrese de lafını tamamladı. “O gün ne yaptıysam, o pisliği hâlâ taşıyorum içimde! Ama baba, senin gözünde ben her zaman o günkü adamım. O hatanın bedelini ödemedim mi sanıyorsun? Peki sen baba sen hatalarının bedelini ödemek için ne yaptın? Her bayram çok sevdiğin çocuklarını bu masada topluyarak geçmişini telafi edebileceğini mi zannediyorsun!! Ben yoruldum baba her bayram bu mutlu aile tiyatrosunu oynamaktan yoruldum ya 10 yıl baba 10 yıl dört duvarın içinde boğuldum nefessiz kaldım ne gelip nasılsın diye halimi sordun nede annemi yolladın, kardeşlerim bile senin korkundan adımı bile anmadı" metin öfkesini içindekileri kusmaya durmadan dökmeye devam etti." ben neredeyim baba he ben nerde yaşıyorum 4 ay oldu hapisten çıkalı nerdeyim napıyorum, nerde yaşıyorum sağlığım nasıl ben nerdeyim baba " Zeliha araya girmeye çalıştı "Metin oğlum" metin lafını sert bir dille kesti " Sakın anne! Sakın,ziyade olsun size" diyerek sofradan kalkıp sinirli ve öfkeli bir şekilde bahçeye doğru yol aldı. Absinin söylediklerini gözleri dolu dolu dinleyen Fatma annesine meraklı bir ses tonu ile "anne metin nerde kalıyor" diye sordu Zeliha kocasına öfkeli bir bakış atarak olduğu Sandalye ye oturdu ağlayarak " abi hapisten çıktığından beri köydeki evde kalıyor ne yaptıysam onu burada yaşamaya ikna edemedim" Rıza babasına bakıp "Neden acaba" diye mırıldandı Masadakilerin tamamı, bu gün meselenin detayına girmekten korkuyordu. Fatma ise sakince derin bir nefes alarak babasına doğru baktı. “Ne zaman yaptıklarını affedeceksin ,10 yıl yalnız bırakmadık mı? Yetmedi mi yalnızlığı baba ?” Bu soru, İrfan ’ı hedef almış bir ok gibi vurdu. Kızına bakarken ilk kez kendini savunamadı. Bakışları yer ararken o sessiz itirafın getirdiği ağırlığı omuzlarında hissetti. Fatma devam etti. Ses tonu titiz, ama kararlıydı. “Beni yürüyemeyecek bir insan yaptı. Hatırlıyor musun? Çocukken topal Fatma oldu adım Sadece bir öfke anında!sende onun belinde sehpayı kırdın peki hiç düşündün mü bu çocuk o gün neye öfkelendi diye? sana baba sana öfkelendi eğer sen gidip arzuya oğlumdan uzak dur demeseydin metin öfke patlaması yaşamıyacaktı kazayla itmeyecek ti beni bende arabanın altında kalmıyacaktım ” Bu sözler, masadaki sessizliği bombalar gibi patlattı. Gülce nin yüzüne donuk bir şaşkınlık yerleşti, ilk kez Fatma'nın sakatlığı hakkında bir gerçeğe şahit oluyordu. Rıza kaşlarını çattı ama bir şey diyemedi. Hemen ardından masada Zeliha’nın boğuk bir ağlayış sesi yükseldi. “Fatma… yapma kuzum…” Ama Fatma geri durmadı. Babasına gözlerini dikti ve daha sert bir sesle konuşmaya devam etti. “Yıllarca sustum. İçime attım, ama artık saklamak istemiyorum. Şimdi buradasın, yüzüme bak, beni bu hale sen getirdin!” Irfan ’ın eli pencerenin kenarını kavradı, öfkeden değil, çaresizlikten. Sonunda sustu. Konuşacak gücü bulamıyordu. Gözlerinden süzülen pişmanlık her şeyden daha güçlü bir konuşma yapıyordu zaten. Zeliha masayı toparlamak istercesine ayağa kalktı, sesi titriyordu. “Yeter artık! Herkes susacak! Bu evde acılar konuşulmaz bayram günü…” dedi, ama kimse artık durulacak gibi değildi. İrfan yavaşça yerine oturdu. Belki de yıllardır ilk kez otoritesini kullanmaya çalışmadan, sadece bir baba gibi… Ancak Fatma’dan gelen bu ifşa, onda bir tür çaresizlik yaratmıştı. Tam bu sırada Metin geri geldi yeniden konuşmaya çalıştı. Ama sesi eskisi kadar güçlü değildi. “Fatma… Sen… Haklısın,” dedi kısık ama kararlı bir şekilde. “Ben bunu ömür boyu taşıyacağım. Ne desem, ne yapsam yetmez ama…” Ama gerisini getiremedi. Gözleri dolmuştu. Gözyaşlarını gizlemek istercesine bir anda dışarı çıktı ve bahçeye doğru uzaklaştı. Sofra dağılmıştı. Herkes bir köşeye çekilmişti. Fatma, derin bir nefes alarak masadan kalkıp avluya çıktı. Çocukluk evinin eşiğinde oturan abisini uzaktan gördü. Belki biraz konuşmaları gerekiyordu, belki de hiç konuşmamaları... Bunu çözmek için bile zamana ihtiyaç vardı. Akşama kadar evde çocukların kovalamaca sesleri hariç bir ölüm sessizliği vardı, gülce bütün gün odasından çıkmadı rıza ise sensizlikten yararlanıp bahçede yeni kitabı için araştırma yaptı. Geceye doğru fatma, abisinin halini merak ediyordu, birkaç derin nefes aldıktan sonra bahçeye doğru yöneldi. Gökyüzünde parlayan dolunay, çocukluk evi ve bu yüzleşme arasında bir gözlemci gibi duruyordu. Metin, avlunun en köşesinde, eskiden babasının yakacak odunları biriktirdiği yere yaslanmış, sigarasını usulca yakıyordu. Fatma, topallayan adımlarıyla ona yaklaştı. Ayak seslerini duyan Metin, başını hafifçe çevirip, gelenin kim olduğunu anladı ama göz temasından kaçındı. Fatma onun yanında, yere ilişip oturdu. Birkaç saniye süren sessizlik aralarındaki gerginliği daha da artırdı. Sonunda Fatma, sözleriyle bu boşluğu doldurdu: "Kaçmaya devam edemezsin, Metin." Metin derin bir nefes aldı, yüzünde zoraki bir gülümseme belirdi. "Ben zaten kendimden kaçamıyorum, Fatma. Kendi vicdanım... En ağır hücre zaten orası." Fatma, yanına çömelip gözlerini ona dikti. Sesinde merhametten çok hesap sormak vardı. "Öyle mi? Peki o hücreyi sen mi yarattın yoksa suçlarını haklı göstermeye çalışırken mi buldun, Metin? Hapis mi öğretti sana bu bilgece lafları, yoksa yıllardır babamla kavga etmek mi?" Metin, bakışlarını yere indirdi. Parmaklarının arasındaki sigarayı söndürüp çimenlere attı. "Bak, ne diye geldin buraya? Daha ne kadar yüzüme vuracaksın? Evet, hata yaptım. Bunu bin kere dedim kendi kendime." Fatma öfkeyle karşılık verdi. "Sadece kendine demekle bu yük hafifler mi sanıyorsun? Hiçbir zaman açık bir yara kendi kendine kapanmaz, Metin. Bu masada sen yoktun. Çocukluk arkadaşlarını görmek bahanesiyle Adem de yoktu. Ama ne hikmetse sen buradaydın. Hepimizin hayatına yerleştirdiğin o eksikliği de masanın baş köşesine oturttun!" Metin, kelimelerin boğazına bir yumruk gibi düğümlendiğini hissetti. Gözlerini kaldırdı ve kız kardeşiyle doğrudan göz teması kurdu. "Adem’in olmayışı mı canını acıtıyor, yoksa onun bir gün senin yanında olmayı bırakacağından mı korkuyorsun? İnsanlar ne yapar bilmez misin? İlk fırsatta seni bırakırlar. Tıpkı ben seni yalnız bıraktığımda olduğu gibi. Ama... inan bana, senin yerinde olmak istemezdim." Fatma'nın sesi titredi ama pes etmeyecekti. "Ben birini terk ettiğim için değil, biri beni terk etse bile ayakta kaldığım için buradayım. Sen ise sürekli suçunun arkasına saklanıyorsun." Metin bir an duraksadı. Sonra ani bir çıkış yaptı: "Ne biliyorsun ki Fatma? Hayatı boyunca eline sopa tutmuş adamlar arasında büyümek nasıl bir şeydi, bilebilir misin? Hayatı sokaklarda öğrenmek... Öğrenirken dayak yemek... Ve sonunda hem kendini hem sevdiklerini mahvetmek..." Fatma bir an duraksadı. Ama içindeki yarayı hissettirircesine konuşmaya devam etti: "Yarattığın enkazın ortasında kurtarıcı olmaya çalışıyorsun, ama... Ne yazık ki enkaza döndüğümüzü anlaman bu kadar uzun sürdü. Yaralar yalnızca öfkeyle açılmaz, Metin. Onlar bazen bir suskunlukta, bir ihmalle de derinleşir." Metin hafifçe gülümsedi; bu kez ironik bir ifadeyle. "İyi bir şair olmuşsun,. Hep düşündüm; belki bir gün köşeme çekilip oturacağım ve sadece sevdiklerimi izleyip huzur bulacağım. Ama her seferinde kazıdığım kuyu beni içine çekiyor. Ve her seferinde aynı cevapsız sorularla boğuşuyorum: Adamı o gün yaralamak zorunda mıydım? Sana da mı sırt çevirmek zorundaydım? Niye bir kere bile çocukluğumuzdaki gibi abi-kardeş olamadık?" Fatma elini uzattı ama Metin yana çekildi, o yakınlık hissine alışkın değildi. Fatma hafifçe gülümseyerek bir an sustu, sonra şunları fısıldadı: "Belki de mesele ne geçmiş ne de suçlamalar, metin Hiç fark ettin mi?" dedi, sesi hafif ama derindi. "Sana uzun zamandır abi demiyorum." Metin, şaşırmış bir şekilde Fatma’ya döndü. O anda yüzündeki karışıklık, sanki çocukluk yıllarındaki masum bir hatayı anlamaya çalışan küçük bir çocuğa benziyordu. "Fark ettim… ama nedenini sormaya cesaret edemedim," diye mırıldandı. Fatma başını eğip ellerine baktı, sonra doğrudan Metin’in gözlerine dikti bakışlarını. "Sana kırgın olduğum için değil, Metin. Sana kızgın da değilim. Geçmişte yaşananlar, sakatlık ya da kavgalar… Bunların hepsini bir şekilde kabullendim. Bunlar için değil, Metin. Ama…" Duraksadı, kelimeler zihninde titrek bir mum ışığı gibi yanıp sönüyordu. "Benim kırgınlığım sana değil, artık gördüğüm bu kişiye. Sen kendini kaybettin, Metin. Gözlerinin içinde o eski abi yok. Biz çocukken bana hep kalkan olur, arkamda dururdun. Bense ne yaparsan yap, sana güvenirdim. Ama artık bu güven… seninle birlikte kayboldu. Vicdanını ve kim olduğunu bir kenara koyduğun her gün, abiliğinden de uzaklaştın." Metin’in eli titredi. Fatma'nın söyledikleri onu derinden yaralıyor ama bir yandan da, tam kalbine doğrultulmuş haklı bir tokat gibiydi. Başını öne eğdi ve sert bir şekilde dişlerini sıktı. "Peki ne yapmamı istiyorsun, Fatma? Hapisten çıkan bir adama herkes sırtını dönmüşken, kendi ailem bile beni sorgularken... Nereden başlamalıyım? Kendimi nasıl bulmalıyım? Söyle bana!" Fatma hafifçe gülümsedi; acı bir gülümsemeydi bu. Sonra yavaşça elini Metin'in omzuna koydu. "Ben sana düşman değilim, Metin. Seni her zaman sevdim, hâlâ da seviyorum. Ama bu sevgiyi geri almak istiyorsan önce kendini bulman lazım. Kendine Metin olduğunu hatırlatman. Benim seni affedip etmem mühim değil. Esas mesele, senin kendi vicdanını affetmen." Metin gözlerini yere dikti. Bu sözler, ona hapiste geçirdiği soğuk gecelerden daha sert bir darbe gibiydi. "Yıllarca bunu yapmaya çalıştım," diye fısıldadı. "Ama ne zaman başaracağımı bilemiyorum." Fatma'nın sesi yumuşadı ama içinde derin bir kararlılık vardı. "Biliyor musun, ne zaman abiliği hak edersen, işte o zaman sana tekrar abi diyeceğim. Çünkü o zaman gerçek Metin geri dönecek. Sen içindeki iyi adamı bulmadan, sana abi demek bana ihanet olurdu." Metin'in gözleri hafifçe doldu. Sessizce başını salladı ve uzun bir süre konuşmadan öylece oturdular. Çocukluk evi, geçmişin tüm kırgınlıklarını taşırken, belki de bu yüzleşme o yükleri biraz olsun hafifletmişti.. Belki mesele; durup tüm bu küllerin arasında hâlâ bir alev bulabileceğimizi görmek. Aile olmak; küllerin içinde bile ışık bulabilmek değil mi?" Metin bu sözlere ne cevap vereceğini bilemedi. Başını çevirdi, derin bir nefes aldı. Ama tam o sırada Fatma devam etti: "Biliyor musun, yaraladığın adam belki seni çoktan affetti. Ama benim hayatım senin kabusların gibi sürüyor. Anlamadığın şey şu, Metin: Seni yargılamıyorum. Sadece iyileşmek istiyorum. Ve bu ancak yüzleşmekle mümkün." Metin ilk defa içten bir sesle cevap verdi: "Belki de artık, 'olması gereken Metin' değil, gerçek Metin'le barışmam gerekiyor. Ama biliyor musun, gerçek bir yara, kapanmaz Fatma. O, seninle yaşamayı öğrenir. Tıpkı senin yaptığın gibi." İkisi bir süre suskun kaldı. Sessizce ama konuşmadan geçmişin acılarını paylaştılar. Ve bu ilk gerçek yüzleşmeyle belki de küller arasında küçük bir kıvılcım yanmaya başlamıştı. "Geç oldu. Adem’in de geleceği yok zaten," dedi. Sesi sakin ama içinde bir sitem barındırıyordu. Bu sözler, Metin’in kaşlarını çatmasına yetti. Sandalyede oturduğu yerden hafifçe doğruldu. "O adam şimdi nereye takıldı?" diye sordu, sesi alaycıydı. "Bayram günü masada ailesiyle oturması gerekirken, o kendi çocukluk arkadaşlarının peşine takılmış, öyle mi?" Fatma derin bir nefes aldı ve abisine dönüp bakmadan hafifçe omuz silkti. "Adem’i bilirsin, Metin. Beklentilerimizi fazla yüksek tutmamak gerek," diye mırıldandı, gözlerini kaçırarak. Ardından Metin’e doğrudan bakarak ekledi: "Ama asıl mesele bu değil. Çocuğu uyutmam lazım. Yarın sabah erkenden kalkmamız gerekiyor. Biliyorsun, Cemile ablama kabristan ziyareti yapacağız." Metin bu cümlede durakladı. Kalbinde yıllardır kanayan, hiç kabuk bağlamayan bir yara vardı. Cemile. Kız kardeşi. O gün hâlâ zihninin arka sokaklarında saklanıyordu, ne kadar unutmak istese de… Fatma abisinin tepkisini beklemeden konuşmaya devam etti: "Sana tavsiyem, çok geç kalma. Babamı biliyorsun; sabah hazır olmazsak hem bizi beklemeden gider, hem de tüm günü bize zehir eder. Sen de bir şeyler düşün, sabaha dinlenmiş ol. İyi geceler," dedi ve arkasını dönerek oğlunu yatırmaya gitti. Fatma’nın sözleri Metin’in içinde bir şeyleri tetikledi. Sinirle kısılmış gözleri, kız kardeşinin sakince kapıdan çıkmasını izledi. Fatma'nın ağzından çıkan her kelime, onu hedef alan bir ok gibiydi. İyi geceler dileğini bile bir meydan okuma gibi hissetti. Metin masanın başında yalnız kalmıştı. Sönmeye yüz tutmuş lambanın loş ışığı odadaki gölgeleri daha belirgin hale getirirken, hafif bir rüzgar pencereden sızıyor ve eski perdenin uçlarını usulca dalgalandırıyordu. Derin bir iç çekti ve başını ellerinin arasına gömdü. O anda zihni, yıllar önceki bir kış gecesine dönmeye başlamıştı; o geceki tipi seslerini tekrar duyar gibiydi. Cemile’nin Hasta Yatağı O gün Cemile’nin odayı dolduran tiz ve zayıf sesi hâlâ kulaklarındaydı. Sararmış yanaklarına tutunan incecik saçları, ateşle kıpkırmızı olmuş yüzünü çevreliyordu. Zayıf bedeni ince bir battaniyenin altına saklanmıştı. Ağabeyini gördüğünde yüzünde bir nebze olsun ışık belirmişti. "Abi," diye seslenmişti küçük Cemile, titrek ve yorgun bir sesle. "Ne zaman kardan adam yapacağız seninle? Hani bana söz vermiştin..." Metin o sırada onun elini tutmuş, "Cemile, bir iyileş, kardan adam değil, bir kardan şehir yapacağız seninle," demişti gülümsemeye çalışarak. Ancak o anda gözleri, odayı dolduran soğuk gerçeği ve babalarının pencereden dışarı bakışındaki çaresizliği görüyordu. O günden bir an bile kopamadığını fark etti. Cemile'nin sıcak ellerinin üşümeye başladığı anı hatırlıyordu. Annesi Zeliha’nın yorganın kenarını yeniden düzelttiği, dua eder gibi mırıldandığı geceyi... Babası İrfan'ın hiddetle titreyen sesine “Sabaha kadar dayanırsa, ilçeye gideriz!” dediğini. Ancak gece vakti, tipi karanlığın her şeyini yutmuştu. İrfan'ın bakışlarında bir baba öfkesi değil; çözülmemiş, taş gibi soğumuş bir inatçılık ve korkunun bir garip karışımı vardı. Sabaha Uyanamayan Cemile Ama Cemile sabaha kalmadı. Sessizce gözlerini kapattığı an, annesinin boğazını yırtarcasına haykırışı zihnine kazınmıştı. O an kendisini çaresizlikle yere çöküp yalnızca kız kardeşinin hareketsiz yüzüne bakarken bulmuştu. Cemile'nin ellerine ne kadar sarılsa da, soğuk ellerinin ısıtılmasının mümkün olmadığını anlamıştı. Ertesi sabah, beyaz bir battaniye gibi köyü kaplamış karın içinde, babası İrfan'ın buz gibi sert sesiyle konuştuğu an… "Kara toprak Cemile’yi incitmez kabul eder," dediği o söz… İşte o, Metin'in ruhunda kapanmayacak bir çukur açmıştı. Babasının sözleri değil, tutumu. Her şeyi önemsiz ve gereksiz gören bir acı saklama yöntemiydi bu. Ancak Metin kendisini öyle saklamamış, o acıyı içinde öfkeye dönüştürmüştü. Metin'in Bugüne Bakışı Masada yalnız kalırken düşündü. Fatma haklıydı. Cemile ile geçirdiği o yıllardan sonra artık ne bir abi, ne de bir kardeşti. İçinde kaybolmuş, geçmişinden kaçan ama yine de ona çivilenmiş bir adam olmuştu. Her kavgasında, her öfke patlamasında aslında o geceye küfrediyordu. Cemile’nin ellerini tutan çocuk, hayatındaki öfkeye ve yalnızlığa yenik düşmüştü. Ve şimdi otuz yıl sonra, ailesi ona bu yükü hatırlatmadan asla bırakamıyordu. Metin yavaşça ayağa kalktı ve derin bir nefes aldı. Salondaki sessizlik, dışarıda başlayan hafif yağmurla dolmuştu. Bir an için pencereye yaklaştı ve dışarı baktı. Gözleri, Cemile’nin karla kaplı bir tarla üzerinde koştuğu çocukluk hatırasına kaydı. Ama sonra hızla kendine geldi, bakışlarını kaçırdı. Cemile o beyazlık içinde bir daha gelmemek üzere yitip gitmişti. Metin kendi kendine sessizce mırıldandı: "Affet beni, Cemile. Kardan adam yapamadık... Sana sözüm vardı." Yağmur hızlanmaya başladı. Sessizlikte Cemile’nin o ince ve kırılgan sesini bir kez daha duyduğuna yemin edebilirdi. Ama yalnızca rüzgardı., cebinden tütün çıkardı ve titreyen elleriyle bir sigara sardı. Bir yudum bile içmeden kalktı. Gözlerinde ise yarım kalmış bir çocukluk hayalinin çaresizliği vardı.İkinci Bölüm: Fedakârlık Gece yerini hafif bir sessizliğe bırakmış, sabahın ilk ışıkları evin içinde uyuyanları tatlı bir huzura davet ediyordu. Ancak bu huzur, Fatma’nın odasında gergin bir tartışmayla bozulmuştu. Adem, yine geç bir saatte eve dönmüş, ayakkabılarının sesini duyurmamaya çalışsa da Fatma uyanık bekliyordu. Oturma odasında başlayan tartışma, gittikçe alevlendi. Fatma’nın sabrının sınırına dayandığını gösteren yüzü, sesindeki kırgın titreşimle birleşiyordu. Fatma: "Yine kumara daldın, değil mi? Adem, söyle bana, nereye gittin bu kadar saat? Bari bayram günü, ailemin evinde yapma şu rezilliği!” Adem: (Öfkeyle) "Bıktım senin bu sorgularından, Fatma! Bir nefes aldırmıyorsun insana. Arkadaşlarla iki laf ettik, hemen senin beyninde başka bir şeye dönüyor!" Fatma: (Sesi yükselir) "İki laf mı? Adem, bana yalan söyleme! Senin arkadaş dediğin kim? Gece yarılarına kadar köy kahvesinde zar mı sallıyordunuz, yoksa desteleri mi karıştırıyordunuz?!" Adem bir şey diyemedi. Sessizlik, yalan söylemekten daha çok canını acıtırmış gibi yüzüne yapıştı. Başını başka tarafa çevirip omuz silkti. Adem: "Bırak şimdi bunları, Fatma. Bütün gün çocuklarla, sofrayla uğraşmaktan iyice huysuz oldun sen." Fatma derin bir nefes aldı. Yorgundu, ama Adem’in umursamaz tavrından daha çok kırılmıştı. Daha fazlasını hak ettiğini düşünüyordu. Kızı kapı eşiğinde uyurken, oğlunun gürültüyle uyanmasından endişe ediyordu. Ama bu kez geri adım atmaya niyeti yoktu. Fatma: "Huysuz mu oldum?! Huysuzluk yapmıyorum Adem, haklı olmayı istiyorum! Sen bana bir hayat kuracağına kumar borçlarıyla, vicdan yüküyle yaşatıyorsun. Senin ne borçlarınla ilgileneceğim, ne gururumu ezdireceğim! Bari bayramda ailemin evinde saygılı ol, çocukların hatrına..." Adem başını iki yana sallayıp bir koltuğa çökerek homurdanmaya başladı. Adem: (Mırıldanır gibi) "Başladık yine... Nankörlük yapıyorsun, Fatma." Fatma gözlerini kısıp dudaklarını ısırdı. Susturması gereken bir çığlık boğazını yakıyordu. Derin bir nefesle toparlanmaya çalıştı ama kelimeleri sert bir şekilde Adem’in üzerine yağdı: Fatma: "Nankörlük mü? Evi sırtlanan benim! Çocuklara anne de benim, baba da! Evde bıraktığım huzurun karşılığında gördüğüm ne? Dışlanma, borçlar, öfke... Kendi ellerinle bu aileyi yok ediyorsun!" Adem bir anda ayağa kalktı, sesini yükseltmeye yeltendi ama karşısındaki kadının bu kadar güçlü bir şekilde direndiğini görüp bir adım geriledi. Fatma’nın gözleri dolmuş, ancak içindeki isyan alev alev yanmaya devam ediyordu. Adem: "Bıktım senden! Sürekli şikâyet, sürekli yargı!" Fatma, Adem’in yüzüne bakarak bir son noktaya ulaştığını hissettiren bir ses tonuyla konuştu: Fatma: "Bıktın, öyle mi? Öyleyse git! Kapı orada! Ama bil ki bu eşiği aştığın gün yalnızca bir kumarbaz olarak hatırlanacaksın. Başka hiçbir şey değil." Adem durakladı. Fatma’nın sözlerinin arkasındaki kararlılığı hissetmişti. Evin içindeki sessizlik bile daha ağır, daha keskin bir hale büründü. Adem ise hırsla içeriye yöneldi, kapıyı arkasından kapatmadan önce ise yalnızca soğuk bir homurtu bıraktı: Adem: "Bayram sabahında dırdır etmekten başka işin yok senin, Fatma." Fatma olduğu yerde durdu. Kalbinin sıkıştığını hissediyordu, ama yılmadı. Çocuklarının odasına giderek kapıyı kontrol etti. Ardından elini karnına koydu, yüzündeki kırgınlık yavaşça bir kararlılığa dönüştü. İçten içe söz verdi, çocukları ve doğmamış bebeği için daha güçlü bir Fatma olacaktı. Sessizlik yeniden evi doldurdu. Ancak bu sefer bir anne yüreğinin kararlılığını da barındırıyordu. Bayram sabahı ışıkları içerideki çatışmalarla yüzleşmeye hazırlanıyordu. Fatma, geceyi bir keskin yalnızlık duygusuyla kapattı. Adem’in geç gelişine ya da ondan gelen alışılagelmiş tüm bahanelere alışkındı ama bu kez sabrının sınırlarını zorlayan bir şey vardı. Bazen bir insanın yanında, diğerinin gözlerindeki kırılmayı görmemek, görmekten daha acıydı. İçsel mücadelelerin, verilen tüm sözlerin ve beklenen özlemlerin gözlerindeki derin izlerini okumak zordu. Fatma, öfkesini çıkarmak yerine, Adem’in o aciz bakışlarının arasından doğrulmaya çalışarak bir gün onu yeniden görmeye sabırlı olacaktı.Sabahın ilk ışıkları, kırık dökük umutlarla yola koyulmuş gibi bir his bırakmıştı. Ama kadının içindeki sıkı çekiş, çatlakları her şeyden önce yalnızca biraz daha büyütüyordu. Zaten her şey fedakârlıkla dolmuştu; köyün dağları kadar ağır bir yüktü bu. Kendi ailesiyle hiçbir zaman çözülmemiş bir bağ kurmamış, her gülümsediğinde onun değil, başkalarının yaşamını görmeyi seçmişti. Kendine tutunan öylesine az şey vardı. Yine de bir şans vardı; her işaret yeniden yapılabilir bir yolu gösteriyordu ve zamanın elinde oynayabileceği kadar zaman vardı.Fatma mutfakta sabah hazırlığına devam ederken, aklı yine dağıldı. Gülce’nin ne zaman, nasıl yaklaştığına dikkat etmemişti, ama sabah erkenden mutfaktaydılar. Gülce, sabahın serinliğine karşı direnmeyi başaran kadındı. Kendi dünyasına, içinde yaşadığı koşullara karışıp başını kaldıran ve sessizce geçen akşamı değerlendiren biri. Etrafı sessizdi; sabah zamanı bazen içsel sesleri yok etmek isterdi. Gülce, hafifçe mutfağa girdiğinde Fatma bir an korkmuş gibi bakınca, Gülce durdu. Gülce: “Yine başladık. Karşı kıyıya bakmışsın gibi bir halin var, neler oluyor Fatma?” Fatma, Gülce’ye bir şeyler anlatmak istedi ama ne olduğunu kelimelere dökemedi. Her şey sanki aniden üstüne geliyordu; çocukların minik ayak sesleri, evin her köşesindeki soğukluk ve Adem’in belirli yüzeysel hareketlerinin içindeki kara boşluk, bu sabah her şey daha derindi. Ama tüm hisleri zamanla içe doğru, kesik kesik yayılarak bir sustu. Fatma: "Her şey… doğruydu da… işte, Ademin içindeki boşlukları dolduramıyorum ben, Gülce. Bu sadece bayram sabahı olmayacak." Gülce biraz düşündü ve tam doğru sözcükleri bulmaya çalışıyordu. İki kadının arasında sıklıkla girilen bu soğuk savaşlarda, bazen sadece sustukları zaman bağ kurabildiklerini biliyorlardı. Kimi zaman en iyi çözüm, yalnızca yanında olmak ve birbirine farkına varmadan hissettirdiğinden ötesine gitmeden anlamaktı. Gülce: "Yine hep bir şeylerden vazgeçiyorsun Fatma. Bu evin süt dişi bile sensin. Diğerlerinden önce gelen... Ama sen hâlâ onunla 'biz' olamayacak kadar yaşadığın her günü burkuyorsun." Fatma başını sallar gibi bir hareket yaptı. Bir sözcük yavaşça ağzından çıkmaya çalıştı ama boğazı daraldı. Söylenen bir gerçeği hayata katmakta güçlük çekiyordu; içinde bir yol kesildiğinde, susmak çoğu zaman bir gereklilikti. Gülce'nin bakışları, Fatma'ya doğruya bir pencere sunuyor gibiydi, hem tehdit edici hem de koruyucu bir bakış. Duygular bir köşede izliyor ama Gülce bunu kabul etmeye daha yavaş başlayacaktı. Fatma: (Sesini alçaltarak) “Bazen, doğru olduğunu bildiğin yolu bile yürüyemiyorsun… Sonra karanlık gelir, bir yol daha kapanır ve sen hala burada oturursun." Gülce, bir süre sessizce durdu. Belki de her şey birbirine daha yakın hissettikçe, kurduğu duvarlar yükselmeye başlayacaktı. O arada, mutfaktan kahvaltı için gelen ağır bir parça, duygularına sahip çıkmam gerektiğini hatırlatıyordu. Uzaklaşıp bırakacak bir yer yoktu. O kadar his vardı ki, oda farklı ve acıtıcı olan yeni yolu temsil etmeye başlıyordu: "Öteki yok.". Gülce ademle fatmanın gece tartışmalarına kulak misafiri olmuştu, Fatmanın yüzündeki üzüntüyü gördüğünde gülce bi anda geçmişi hatırladı daha bi hafta önce rıza ile bir sabah tartışmasını hatırladı Rıza, sabahın ilk ışıklarıyla uyanmıştı, ama günün başlamasına hazır olmadığını bedeninin her zerresiyle hissediyordu. Sobanın soğumuş külleri gibi, onun da yüreği geceden bu yana ağırlaşmıştı. Elindeki saban gibi keskin bıçakla ekmeği dilimliyordu. Sert, yamru yumru ve bayat. Her kesikte içinden bir şeyler kopuyor gibiydi. Mutfağın kapısında Gülce belirdi. Saçları toplanmamış, gözleri şişkin; sabah mahmurluğu yüzünden değil, uykusuz gecelerin birikiminden bu hali. Sessizce oturdu masaya, ellerini birbirine kenetledi. Ancak sakin görüntüsünün altında bir deprem oluyordu.

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow