YEDİNCİ KATIN PENCERESİ

Ekim 8, 2025 - 21:38
 0  26
YEDİNCİ KATIN PENCERESİ

YEDİNCİ KATIN PENCERESİ

​Saat gece üçü on geçiyordu. Yağmur, camı sanki binlerce iğneyle tırmalıyor, şehrin nefesini kesiyordu. Deniz, klavyesinin soğuk ışığı altında donuklaşmış bir heykeldi. Gözleri bilgisayar ekranına değil, ekrandaki sabit görüntüye mıhlanmıştı: Karşı apartmanın yedinci katındaki pencere.

​Üç geceydi. Tam üç gündür hayatı, o boşluğun ritmine kilitlenmişti.

​Her gece, tam 03:00’te, o perde yavaşça aralanıyor, bir anlığına karanlıkta belli belirsiz bir açıklık yaratıyor, sonra sessizce kapanıyordu. Ne bir yüz, ne bir ışık, ne de bir gölge. Sadece o düzenli, ürkütücü jest. Mekanik bir nefes alışverişi gibi.

​Başlangıçta mantık, bunun basit bir hava akımı, unutulmuş bir perde kancası olduğunu söyledi. Ama mantık üç geceye dayanamadı. Yerini saf, ilkel bir meraka bıraktı. Korku, Denizin göğsüne oturmuş, her nefes alışında ağırlığını artırıyordu.

​“Ya bir işaretse? Ya biri yedi yıldır bekliyorsa?”

​Ama biliyordu ki, o pencere yedi yıldır siyahtı. Yedi yıldır o kat, bir anı mezarı gibi mühürlüydü.

​Dördüncü geceye dayanamadı.

​Koltuğundan fırladı. Ceketini omuzlarına attı, ayakkabılarını aceleyle ayağına geçirdi. Şemsiye aklına bile gelmedi; beyni sadece bir komut veriyordu: Yukarı çık. Dışarı fırladığında, gökyüzünden dökülen su cam bir duvar gibiydi.

​Sokak lambaları ona doğru titriyor, yol boyunca birer birer intihar ediyorlardı. Karşı binanın paslı kapısı, onu beklercesine aralıktı.

​İçeride koku vardı. Toz, küf ve zamanın kokusu.

​Merdivenler, Denizin nefesi ve kalbinin ritminden başka bir sesi kabul etmiyordu. Her adım, betonda yankılanan bir davul sesiydi. Beşinci kat. Altıncı kat…

​Altıncı kata ayak bastığı anda, yukarıdan bir ses duyuldu. Kuru, metalik bir sürtünme. Sanki paslı bir kilit açılıyordu. Ardından, havayı bile donduran, çıplak bir fısıltı:

​“Geç kaldın, Deniz.”

​Kalbi, göğüs kafesinin dışına fırlamak istercesine çırpındı. Adının fısıldanması, tüm akıl yürütme duvarlarını yıktı. Yavaşça, ayakta durmak için tüm iradesini zorlayarak yedinci kata çıktı.

​Kapı, davetkâr bir şekilde aralıktı. İçeriden gelen loş, titrek bir ışık, kapının kenarında dans ediyordu.

​Odaya girdi. Rutubet, demir ve terk edilmişliğin kokusu. Oda bomboştu. Sadece tam karşıda, pencerenin önünde, eski bir masa ve üzerinde eski bir CRT monitör duruyordu. Ekran yanıp sönüyor, içeriden gelen ritmik bir uğultu odayı dolduruyordu.

​Deniz yaklaştı.

​Monitörde bir video açıktı.

​Ekran, kendi evini gösteriyordu. Daha doğrusu, kendi penceresini.

​Görüntüde, her gece tam 03:00’te perdeyi açıp kapatan kendisi vardı. Uyurgezer gibi. Boş bir ifadeyle. Gözetlediğini sanırken, gözetlenen hep kendisiydi.

​Gözleri monitördeki kendi siluetine kilitlenmişken, video aniden sonlandı.

​Ekran simsiyah oldu.

​Ve o an…

​Monitörün cam gibi siyah yansımasında, Deniz’in arkasında, odanın ortasında bir şey belirdi. Bir siluet değildi. Bir gölge değildi.

​O şey, yedi yıldır boş olan evin kendisiydi.

​Deniz dönmeye çalıştı. Hareket edemedi. Donmuştu.

​Boynunun arkasında, nemli, soğuk ve sanki tahta talaşı kokan bir nefes hissetti. O nefes, yalnızca kuru bir fısıltı olarak değil, bilincinin derinliklerine kazınan bir emir olarak geldi:

​“Yerler değişti. Şimdi, izleme sırası sende.”

​Monitördeki siyah yüzey, artık onun boş penceresiydi. Ve o gece, Karşı Apartman’ın yedinci katındaki pencere, yeniden karardı.

​Ancak, Denizin evinde, kendi bilgisayarının ekranında bir görüntü belirmişti. Yedi yıldır bekleyen, paslı kilitli o boş evin içinden, artık sadece tek bir pencere izleniyordu. Deniz’in penceresi.

​Artık o, yedi yıldır boş duran evdi. Ve her gece 03:00’te perdeyi aralayan ise, izlenmeyi bekleyen yeni kurbanı olacaktı.

Derya Yağmur

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Derya Yağmur Araştırmacı ⭐ Editör ⭐ Şair ⭐ Muhabir ⭐ Roman Yazarı ⭐ Köşe Yazarı ⭐ Çocuk Edebiyatı Yazarı ⭐ İç Dönüşüm ve Başarı Yazarı ⭐ Sosyal Medya ve İletişim Uzmanı