Mahkûm bölüm 8

Ekim 16, 2025 - 09:00
Ekim 17, 2025 - 18:27
 0  13
Mahkûm bölüm 8

Bölüm 8

  Emir’in gözlem odasına alınmasıyla içerideki plan sessizce devreye girdi. Gardiyanlar, onun aklını yitirdiğine ve saldırganlaştığına inanmıştı; böylece ne bir itiraz ettiler ne de ilgilendiler. Müdür Bey ne istediyse sorgulamadan yaptılar. Emir’in delirmiş aklıyla uğraşmak isteyecekleri en son şey bile değildi. Hatta gözden uzakta kapalı bir odada kalması işlerine gelmişti. Oysa gerçek, duvarların ardında saklıydı. Emir’in vücudu ateş içindeydi, halsizliği artmış, nefes alması bile zorlaşmıştı. Cezaevi revirine götürülseydi, orada bırakılıp kaderine terk edileceği kesindi. Belki de revir diye koğuştan aldıkları Emir’i karanlık bir hücreye tıkıp ölümünü bekleyeceklerdi ki bu daha olasıydı. Ama şimdi gözlem odasında yalnızdı ve kısa bir süre sonra Funda’nın başka bir psikiyatrisi arkadaşı kılığında gelen bir doktor içeri alınacaktı. Resmi olarak psikolojik gözlem altında görünse de, aslında bu bir kurtarma operasyonuydu. Çünkü içeride bazı hayatlar ya ihmalle söner ya da sessizce bir umutla yeniden alevlenirdi.

Funda doktor arkadaşını kapıda karşılarken yüreği yerinden fırlayacak gibiydi. Cezaevi yönetimi, “farklı bir bakış açısıyla” Emir’in psikolojik durumunun değerlendirilmesini mantıklı bulmuş, hatta desteklemişti. Bu da Funda’nın elini güçlendirmişti. Doktor arkadaşının sahte kimlik kartını hazırlamak zor olmamıştı; yılların acil servis pratiği ve Funda’nın titiz planlaması sayesinde sistemde herhangi bir açık oluşmamıştı. Adam içeriye “Uzman Psikiyatrist Dr. Haluk Tan” olarak girdiğinde gardiyanlar biraz mesafeli ama şüphelenmeden onlara eşlik etmişlerdi. 

“Ek bir değerlendirme için yardımınızı istedim,” demişti Funda, gardiyanların duyabileceği şekilde. “Bazen başka gözle daha farklı detayları yakalayabilir.”

“Tabii, çok iyi düşünmüşsünüz Funda Hanım,” diyerek onu onaylayan Haluk, koridor boyunca sohbet ederken genelde sahte belirtiler üzerine konuşuyorlardı.

Gerçekteyse Haluk, Emir’in fiziksel durumuna acilen müdahale etmeye gelmişti. Ateşini düşürmeye, enfeksiyonunu durdurmaya çalışacaktı. Odaya girer girmez hızla işe koyuldu. Funda hem gözcülük yapıyor hem de elinden geleniyle yardım ediyordu.

Emir’in ateşi hâlâ yüksek, nabzı zayıftı. Funda, gözlem odasının küçük camından aralıklarla dışarıya bakıyor, koridordan gelen ayak sesine kulak kesiliyordu. Derken, uzaklardan yaklaştıkça ağırlaşan bot sesleri duyuldu. Gardiyanlardan birinin kontrol için yaklaştığını anladıklarında içerideki hava aniden soğudu.

Doktor hızla serum takmaya çalışırken Funda, sakin görünmeye çabaladı. Kapı sertçe tıklatıldı. Gardiyanın sesi yankılandı:

“İyi misiniz içeride? Çok sessizsiniz.” 

Funda, sesini kontrol altına alarak cevapladı:

“Psikoz krizi geçirdi. Halüsinasyonları arttı, kendine zarar verecek gibiydi. Mecburen sakinleştiriciyle uyuttuk. Lütfen rahatsız etmeyin.”

Kapının arkasındaki kısa sessizlik ölüm gibi çöktü odaya. Sonra gardiyanın uzaklaştığını duyunca, içerideki herkes nefesini bıraktı. Funda, göz göze geldiği doktor arkadaşına başıyla onay verdi. “Devam et,” dedi fısıltıyla. Bu küçük an, bir ömrü kurtarabilirdi.

 Ateş düşürücü ilaç, serum ve gizlice getirilen antibiyotikler… Burası, cezaevinin gri duvarları arasında kurulmuş sahte bir psikiyatrisi sahnesiydi ama içeride verilen mücadele gerçek bir hayatta kalma savaşıydı.

Aynı saatlerde koğuşta Ali, Yusuf’un anlattığı her cümlede Doktorun ne kadar ileri gittiğini fark ettikçe duvarlar üstüne üstüne geliyordu. Ona daha önce söylemişti; buradaki insanların ona verebileceği tek şey çaresizlikti. Ve bu çaresizlik hissi onu her adımda biraz daha bitiriyordu. Bağlandığı her insan, omzunda koca bir yük olacaktı. Daha birkaç ayda geldiği bu aşama, tahmin ettiği geleceğin daha hızlı ona ulaştığıydı. 

“Sakin ol. Ali’m,” diyerek omzunu sıkan Durmuş’a baktı.

“Bizim yüzümüzden başı belaya girecek,” diyerek yüzünü sıkıntıyla sıvazladı.

“Heh… Senin karın ağrın Emir için değil, doktor için…” diyen adamla kaşlarını çattı.

“Sende başlama be abi! Biz Emir’i hayatta tutmak için her şeyi yaparız, daha önce de yaptık. Ama kalemi çoktan kırılmış bizler için yaşamaya devam edecek olanların hayatlarını alt üst edip gitmek istemiyorum. Bir kişi daha olmaz,” Dedi çaresizce. 

“Allah bütün günahlarımızı affeder ama arkamızda bıraktığımız enkazların hesabını nasıl vereceğiz?”

“Haklısın, iki gözüm de. O da belki hayrını böyle yapıyor. Yaradan onu bizimle sınıyor. Bize bir hayrı dokunmazsa, o Allah’a nasıl hesap verecek?”   

“Ölümden korkmuyorum ama arkamdan gözü yaşlı bırakacağım tek bir kişinin düşüncesi bile uykularımı kaçırıyor.” Dedi şakağını ovarken. 

                                                            ***

Sabahın gri ışığı, cezaevinin yüksek duvarlarına dokunmadan yukarıya süzülüyordu. Koridorda yankılanan ilk ayak sesleri, betonun soğukluğuna karışıyor, demir kapılar birer ritüel gibi açılıp kapanıyordu. Her sabah aynıydı aslında; aynı sessizlik, aynı küf kokusu, aynı sorgusuz devinim… Ama bu sabah, havada görünmeyen ama hissedilen bir tedirginlik asılıydı. Sanki duvarlar bile bir sır taşıyordu. Ve tüm sessizlik içinde, duvarların ardında bir çift göz onları izliyordu. 

Rıfat…

Cezaevinde yıllardır görev yapan Rıfat, emir- komuta zincirine körü körüne bağlı, sabit fikirli bir memurdu. Ama onları diğerlerinden ayıran en belirgin özellik, Savcı’nın en güvendiği adam olmasıydı. Emir’in gözlem odasına alınmasını başından beri gereksiz bulmuştu. Ancak, Doktor Haluk’un gelişiyle birlikte içeride dönen başka bir şeyler olduğundan şüphelenmişti.

Ziyaretçi formundaki bilgileri dikkatle incelemiş, Haluk’un bağlı olduğu hastaneyi tanımıştı. Aynı hastanede çalışan teyzesinin kızıyla yaptığı kısa bir telefon görüşmesi şüphelerini doğruladı: Haluk bir Psikiyatrisi değil, acil servis doktoruydu. Bu da zaten bütün şüphelerini doğrulamıştı. 

Rıfat hemen harekete geçti. Savcıya gitmeden önce eline bir kanıt geçirmek istiyordu. Gizlice Funda’nın odasına girerek masadaki belgeleri karıştırdı. Gözleri, üzerinde antibiyotik ilaçlarının isminin yazılı olduğu bir reçeteye takıldı. 

Gülümseyerek cebine koydu.

Ertesi sabah, ağır bir zarf savcının masasına bırakıldı. İçinde, Haluk’un sahte kimlik bilgileri, Funda’nın ilaç notları, gözlem odasına taşınan tıbbi malzemelerin listesi vardı. En altta ise al yazısıyla yazılmış tek bir cümle:

  “Cezaevinde sistem dışı ve kayıtsız bir tedavi uygulanıyor. Bilginize.”

Savcı, o gün olağan saatinden erken geldi. Elindeki zarfı sımsıkı kavramış, adımlarını hızlandırmıştı. Müdürün kapısını açmadan önce duraksamadı. Öfke gözlerinden okunuyordu. Müdür’ün odasına hışımla girdi.

“Sayın Müdür,” dedi tok bir sesle. “Kayıtsız, gizli bir tedaviyle ilgili anlatacağınız bir şey var mı?”

Sesinde buz gibi bir öfke vardı.

Müdür, koltuğundan yavaşça doğrulurken aklında sadece Emir vardı. İyileşmeden önce yakalanmış olmaktan korku duyuyordu. Emir’i revir yerine hücreye atmayacaklarını umut etse de böyle olmayacağını biliyordu. Bu adam en büyük şeytandan bile daha kötüydü. Emir’i hücreye atıp ölüme terk etmek için kitabına göre uyduracağı bir sebep bulurdu. Ancak, bu defa oğullarından birini kolay kolay yedirmeyecekti. Son damlasına kadar savaşacaktı.

“Buyurun Savcı Bey?”

Savcı elindeki zarfı masaya bıraktı. “Sizin yönettiğiniz cezaevinizde, bazı mahkûmlar psikoz bahanesiyle gözlem odasına alınıyor. Ama gerçekte, fiziksel bir hastalıkları olmamasına rağmen tedavi ediliyor. Üstelik hiçbir kayıt tutulmadan. Bu açıkça yasal bir suçtur.” 

Müdür’ün kaşları çatıldı.  

“Hiçbir belirti göstermeden mi?” diye sordu.

Savcı yüzünde sinsi bir gülümsemeyle:

“Sanırım haberiniz vardı?” 

Müdür derin bir nefes aldı, sonra kendinden emin cevapladı:

“Tabii ki haberim vardı. Benden habersiz bu cezaevinde kuş bile uçamaz” dedi üstüne bastırarak.

Savcı öne eğildi.

“Bunun sonuçları olur, farkındasınız değil mi?”

“Ben yalnızca ölmek üzere olan bir çocuğun hayatını kurtarmaya yardım ettim.”

“Revire gönderebilirdiniz.”

“Daha önce gönderdim. Ne olduğunu biliyorum. Bu riski bir daha alamazdım.”

Savcı dudaklarını büzerek sırıttı.

“Hani sizden habersiz kuş bile uçmazdı.”

“Haberim yoktu demiyorum. Her şeyin farkındayım. Ama memurlarım benim değil, sizin gibi bir başkasının emirleriyle hareket ediyor.” Dedi dişlerini sıkarak. 

Bu, doğrudan bir meydan okumaydı. Savcı’nın gözleri kısıldı.

“Demek ki emirlerinizi yerine getirecek kadar size saygı duymuyorlar. Belki de cezaevi yeni bir yöneticiye ihtiyaç duyuyordur.” 

Yüzünde ilk kez açık bir memnuniyet vardı. Bu hatayı uzun zamandan beri bekliyordu.  

“Ayrıca,” dedi ses tonunu yükselterek, “Tedaviye ihtiyacı olmayan bir mahkûm için kuralları çiğnemek… Pek de etik bir seçim olmadı. Başınız büyük bir belaya girecek.”

“Emir çok hastaydı! Ölüyordu!” diye bağırdı Müdür, öfkesini artık saklamadan. 

“Öyle mi?” dedi savcı alayla.

“Ama revirde öyle bir kayıt yok. Demek ki öyle bir hatalıkta yok.” Dedi alaylı sesiyle. Kitabına göre uyduracağı bir bahaneyi bulmuştu bile. Müdür’ün yüzü korkuyla kasıldı. Neredeyse Savcı’nın ayaklarına kapanmak üzereydi. Ancak, o anda kapı sertçe açıldı.

Funda, içeriye öfkeyle girdi. Bakışları Savcı’nın yüzüne kilitlenmişti. 

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Yazarhanifedemir Merhaba! Ben Hanife , üç çocuklu bir anne, eş ve aynı zamanda geniş hayal dünyasını kaybetmeyi asla başaramamış bir polisiye yazarıyım. Çocukluğumdan beri hayal gücüm o kadar genişti ki, bazen gerçek dünyaya geri dönmekte zorlanıyordum. Neyse ki o dönemin izlerini hâlâ taşıyorum ve bu, polisiye yazarken fazlasıyla işime yarıyor. Tabii, geniş bir hayal dünyasına sahip olmak kadar, evde geniş bir sorumluluk alanına da sahibim: Üç çocuk! Çocuk yetiştirmek başlı başına bir dedektiflik işi zaten. Kayıp oyuncakların izini sürmek, kim odaya gizlice kurabiye götürdü gibi gizemleri çözmek derken kendimi doğal bir dedektif gibi hissetmeye başladım. Bu da beni polisiye yazmaya teşvik etti! Evde sürekli suç mahali var ama endişelenmeyin, en kötü suçluların ellerinde bir kutu boya ve masum gülümsemeleri oluyor. Eğitim hayatım boyunca hayal gücüm sınır tanımadı ve gerilim dolu hikayeler kafamın içinde bir yerde kendi hikâyesini yazdı. İlk başta gerçek dünyada suçları çözmek için dedektif olmayı düşünsem de, daha sonra kağıt üzerinde suç işlemeyi daha cazip buldum. Polisiye romanlarımda, karakterlerim sürekli karanlık sokaklarda, gizemli olayların peşinde koşarken ben de okuyucularıma hep en iyisini sunmaya çalışıyorum. Başarılarıma gelirsek, henüz Nobel almadım ama üç çocuğu aynı anda ilgilenip bir bölüm yazmak, bence takdir edilmesi gereken bir başarı. Her kitabımda biraz daha derinlere inerek okurlarıma, her sayfada “katil kim?” dedirtmeyi seviyorum. Boş zamanlarımda (ki gerçekten var mı, emin değilim), hayal gücümdeki sınırsız dünyalarda dolaşmayı ve yeni hikayeler yaratmayı sürdürüyorum. Polisiye yazarlık benim için sadece suçları çözmek değil, aynı zamanda okurlarımı beklenmedik sürprizlerle şaşırtmak demek. Başa dönecek olursak; İlk kitabım biraz sürpriz oldu. Sadece kafamın içinde dönüp duran olayları kağıda döktüğümde farkına vardım kalemimdeki cevheri. Sonunda amacımı ve beni ben yapan o hayali bulmuştum. İlk kitabım (Konuşan Gözler )2023 yılının Mart ayında Flora yayınlarında ücretsiz olarak basıldı. Konuşan Gözler hikâyesi olan bir roman. Yazılırken çok büyük bir yol kat etti diyebiliriz. O yüzden ben de yeri bambaşkadır. Zaten beni yazar yapan kitaptır, ötesi yok. İçindeki karakterleri de hâlâ yaşatıyorum. En son, Dark Polisiye’nin altıncı kitabında “Galata Canavarı” adlı bir öyküde yeniden yazıldı. Şimdi de Dark Kadın adlı kitapta “Sinderalla’nın kayıp ayakkabısı “ ismiyle anıldı. Her geçen gün yazdıklarım ile büyüyorum. Yazabilir miyim, merakıyla başladığım bir aşk romanı da ücretsiz onay alınca ve basılınca daha büyük beklentiler içine girdim. Şimdilerde Kâbus adlı romanımı yayınevine göndermiş onay bekliyorum. Poyabir gibi büyük bir suç örgütüne üye olduğumu da unutmamak lazım. Ama aramızda kalsın. Gelecekteki planım mı? Suç dünyası durmuyor, benim de yazacak daha çok cinayetim ve çözecek daha çok gizemim var. Eşim ve çocuklarım bu maceraya biraz şaşkın, biraz da sabırla eşlik ederken, ben kapalı bir perdenin arkasında, başka suçlarımı hikayeleştirip yazmaya devam edeceğim. Ve kim bilir, belki bir gün dünya literatürüne adımı kazıyacağım... Hayaller büyük ama imkansız değil!