İstanbul'un Sessiz Hatıraları

“Bir yanım hâlâ onun sevgisiyle doluyken, diğer yanım öfkeyle yanıyordu. İnsan severken nefret eder mi? Ediyormuş. Çünkü bazen en çok sevdiğin, seni nefret etmeye mecbur bırakıyor.”

Ekim 7, 2025 - 18:01
Ekim 7, 2025 - 18:12
 1  18
İstanbul'un  Sessiz Hatıraları

İstanbul…

Aşıkların bir gün mutlaka dönüp geleceği, yarım kalan hikâyelerin sessizce tamamlanmayı beklediği şehir. İnsan İstanbul’dan gider ama İstanbul insandan asla gitmez.

Yıllar önce buraya gelmiştim; ardımda bir hikâye ve birkaç buruk hatıra bırakarak. Ama şehir, içimde bir yara gibi kalmıştı. Şimdi, onca zaman sonra yeniden buradayım.

Bir zamanlar onunla defalarca geldiğimiz o kafedeyim. Oturduğumuz masada bu akşam başka bir çift var. Gülüşleri, birbirlerine bakışları, ses tonları… Her şey o kadar tanıdık ki. Sanki zaman geri dönmüş, biz yeniden oradaymışız gibi.

O günler… Bana aldığı küçük hediyeler, solmayan çiçekler, kahkahalarımıza karışan o sıcak dokunuşlar… Hepsi birer hatıra, artık ulaşamadığım bir zamanın kırıntısı.

Bizi ayıran yanlış anlaşılma değil, ihanetin sessiz ama derin izleriydi. Kaç kış geçti, kaç bahar saymadım. Belki şimdi başka bir hayata tutunmuştur, belki bir yuvaya, belki çocuklarına baba olmuştur. Ama bende bıraktığı iz, hiçbir mevsimle silinmedi.

Bir yanım hâlâ onun sevgisiyle doluyken, diğer yanım öfkeyle yanıyordu. İnsan severken nefret eder mi? Ediyormuş. Çünkü bazen en çok sevdiğin, seni nefret etmeye mecbur bırakıyor.

Gözlerimi o çiftten ayırıp kahveme uzandım. Bir yudum aldım; tadı yabancıydı. Yoksa ben kahveyi değil, onunla içtiğim anları mı seviyordum, bilmiyorum. Fincanı masaya bıraktım. Tam o sırada canlı müziğin ilk notası yükseldi. Tanıdık bir ezgi, kalbimin en eski köşesini yoklar gibi. Sezen Aksu’nun sesi yankılandı:

“İstanbul, İstanbul olalı…”

Şehir sustu, insanlar silindi, sadece o ses ve ben kaldım. O an anladım: bazı şehirler değil, bazı hikâyeler bitmiyor. Ve ben, o bitmeyen hikâyenin tam ortasındaydım.

Ayağa kalktım. Kahvemin kenarındaki dudak izi bir veda gibi kaldı orada. Montumu giydim, adımlarım yavaş ama kararlıydı. Kafenin kapısını araladığımda serin bir rüzgâr yüzüme çarptı, saçlarımı savurdu. Bir zamanlar aynı rüzgârda gülüşürdük. Oysa şimdi, aynı rüzgâr sadece içimdeki boşluğu büyütüyordu.

Sokağa çıktım. Kaldırımlar ıslaktı, denizin tuzu havada asılı kalmıştı. Bir köşede simit satan yaşlı bir amca, elindeki radyodan şarkının son notalarını dinliyordu.

“İstanbul, İstanbul olalı…”

Adımlarım beni farkında olmadan Galata’ya doğru sürükledi. Bir zamanlar onun elini tuttuğum o yokuş… Şimdi sadece ayakkabılarımın sesi yankılanıyordu taşlarda. Vitrin camında kendi yansımamla göz göze geldim. Bir an durdum. Ne kadar zaman geçmişti? O giden kız hâlâ aynı mıydı? Yoksa ben de İstanbul’un sokaklarında kaybolmuş muydum?

Elimi kalbime koydum. Atıyordu… ama sanki eksik atıyordu. Her vuruşta bir sessizlik, bir boşluk, bir “keşke” saklıydı.

Belki bir gün, aynı gökyüzü altında yeniden karşılaşırız. Belki birbirimize “merhaba” bile diyemeyiz. Ama o an, ikimizin de gözlerinde aynı şehir parlar: İstanbul.

Ona veda etmedim; çünkü bazı vedalar sessizce olur. Ve ben sessizliğe gömdüm her şeyi.

Galata Kulesi’nin ışıkları geceye karışırken, şehre son bir kez baktım. Bir nefes aldım — içimde hem onun kokusu, hem İstanbul’un rüzgârı. Sonra kendi kendime fısıldadım:

“Ben artık ondan değil, onla yaşadıklarımdan gidiyorum.”

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow