ONCA ŞEYİN ARDINDAN

Onca şeyin ardından kitabımın yazarlık serüveni.

Mayıs 2, 2025 - 16:30
Mayıs 3, 2025 - 16:52
 1  787
ONCA ŞEYİN ARDINDAN

ONCA ŞEYİN ARDINDAN-YAZARLIK SERÜVENİ

          İlk eşini; dördüncü evre inflamatuar tip meme kanseri -hızla gelişen ve etkilenen memeyi kırmızı, şişmiş ve hassas hale getiren, nadir görülen bir meme kanseri türü- teşhisi ile başlayıp, çoklu organ yetmezliğine uzanan yolculuğu sonunda kaybedişinin üzerinden, yedi ay geçmişti geçmesine lakin geçen sadece zamandı. Murathan Mungan’ın “Takvim düzeni herkes için aynı olsa da zaman herkesin içinde başka türlü ilerler.” dediği gibi zaman farklı ilerliyor, Feyza’nın yokluğunun acısı ilk günkü tazeliğini korumaya devam ediyordu.

            Hayatının hiçbir döneminde alışık olmadığı münzevi yaşantısını hayatının merkezine koyarak, yalnızlığa âşık olmaya başlamasından olsa gerek; yanında annesi dâhil kimseyi istemiyordu. İyi niyetle “Bari şu evi değiştirseydin.” diyenleri bile hayatından çıkartma noktasına gelecek kadar kızgınlıkla, “Ne yapmam gerektiği konusunda bir daha konuşan olursa, bunca yıllık dostluk var demem, mesafe koyarım. Haberiniz olsun. Sonra söylemedi demeyin!” diye sert bir şekilde uyarıyordu. Kim ne derse desin bildiğini okuyor, kimseye kulak asmıyordu. Hayatının devamını sağlayacak şekilde asgari besleniyordu. Üstelik her sabah yataktan kalkar kalmaz ilk iş olarak; balkona çıkıyor, ardı ardına sigara yakıyor, Feyza ile beraber ektikleri saksılara uzun uzun bakıyor, ardından sicim gibi boşalıyordu gözyaşları.

          İçinde bulunduğu ruh halinin fütursuzca devam ettiği bir Pazar günüydü. Uyandığında neredeyse öğlen olmuştu. Kaç sabah namazı kaçırmıştı artık saymadığı gibi bir nedamet de duymamaya başlamıştı. Üstelik bu geç uyanışlar rutinleşmişti. Mutluluğa uzun zamandır hasret yanı her sabah kalktığında, bu duruma bir çare bulması gerektiğini söylenmekten usanmıştı ama diğer yanı ise değiştirmeyi düşündüğü her şeyi aslında bilerek ve itinayla devam ettiriyordu. Hakan için bu durum can sıkıcı olmaya başlamış, umursamaz gibi davransa da birbirinin aynısını takip eden gayesiz günler, göğüs kafesinde sıkışmalara neden oluyordu. Artık bir şeyleri değiştirmenin vakti gelmiş de geçiyordu.

      Balkon ritüelini yerine getirdikten sonra içeri geçtiğinde ne yapacağını bilememişti. Birden Feyza ile kahvaltı sonrası pazar günü rutini haline gelen ‘Vapurda Çay Simit’ programını anımsadı. Yayımlandığı kanalı açtığında yeni başladığını gördüğünde kısa bir süre sevindi ama tek başına izleyeceğinin hüznü fil gibi oturmuştu içine. Bu haftanın konuğu bildiği kadarıyla yazar ve oyuncu olan ‘Bahadır Yenişehirlioğlu’ idi. İkisinin de severek takip ettiği biri olduğunu görmek, bir katre daha çoğaltmıştı efkârını ama programda konuşulanlar fevkalade dikkatini çekmiş, can kulağıyla takip etmeye başlamıştı.

   Bahadır Yenişehirlioğlu’nun hayatı hakkında öğrendikleri; kafasında şimşekler çakmasına, monoton şekilde süregiden hayatında değişimlere yol açmıştı. Aslında ilk mesleğinin ceza avukatlığı olduğunu öğrendiğinde bir hayli şaşırmıştı. Ardından, 12 Eylül darbesini yemiş kendi ailesinin yaşadıklarını, ilk kitabı olan ‘Beyaz Usta Siyah Çırak’ romanını yazarken eşinin; ‘Bahadır, iyileşiyorsun farkında mısın? Yazmaya başladığından beri tırnaklarını yemiyorsun.’ demesiyle yazmanın iyileştirici bir etkisi olduğu idrak edişinden bahsetmesiyle, “Tabii ya. Ben daha önce nasıl düşünemedim bunu. İyileşmek için yazmalıyım.” Hatta Samuel Beckett’ın -İrlandalı yazar- ‘Başka hiçbir halta yaramadığım için yazıyorum.’ sözünü hatırlamış, programı durdurup kendini çalışma masasında bulmuştu. Haydi, bismillah diyerek yazmaya başlamıştı.            “Önce kız uyanmıştı.

     Çok fazla uykuyu sevmez, hele bir de morali bozuksa sabahın ilk ışıklarında uyanırdı. Yattığı gibi uykuya da dalamazdı üstelik. Kocasının yastığa başını koyar koymaz uykuya dalmasına hep imrenir, tatlı tatlı söylenir dururdu. Ama bu sefer öyle olmamıştı. Yastığa başını koyar koymaz uyumuştu Feyza. Hakan ise bir türlü uykuya dalamıyordu. Dün gece rolleri değişmişlerdi resmen. Uyku tutmamıştı bir türlü. Odanın karanlığında gözlerini tavana dikmiş, olur da Feyza uyanır diye yatakta hareketsiz uzanıyordu. Ne kadar zamandır bu hâldeydi kestiremiyordu. Bu duruma iyice sinir olmaya başlamıştı. Âdeta bir kedi sessizliğinde yataktan kalktı. Telefonundan imsak vaktine baktı, vakit girmişti. İmam efendiyi beklemeden abdestini aldı, ardından salona geçerek kendi duyacağı şekilde dışından ezan okudu ve sabah namazına durdu. Eda ettikten sonra namazını, ellerini açtı Yaradan’a ve ondan güç kuvvet, eşi için şifalar diledi. Gözyaşının aslında rahmet, duaların kabulünü hızlandıran sebep olduğunu bildiği için olsa gerek sicim gibi boşalmıştı gözlerinden yaşlar. Ağladıkça hafifliyor gibiydi sanki omuzlarındaki kum torbaları. Feyza’yı düşündü. Kendisini ne kadar çok sevdiğini iliklerine kadar hissetti. Kendisini bu hâlde görmediği için sevinçliydi. Ağladı. Dakikalarca ağladı bir çocuk çaresizliğinde, muhtaçlığında. Sonra annesi geldi hatırına. Öyle ya oğlunu bu hâlde görse en az Feyza kadar üzüleceği kesindi. “Yaş ilerledikçe annem kızmasın düşüncesinin, nasıl da annem üzülmesin kaygısına dönüşmesi. Ne kadar garip…” dedi.”

      Henüz ismini koymadığı romanın ilk sayfasını bir çırpıda yazmıştı. Bir yandan yazıyor bir yandan da kafasında kurgu oturtmaya çalışıyordu. İlk bölümde Feyza’ya teşhis konulduğu zamanın sekiz ay sonrasını yazdı. İkinci bölümde on yıl öncesine dönüş yaparak tanıştıkları zamana yolculuk yaptı. Devamında ilk bölüme tekrar gelene kadar tüm yaşananları tüm çıplaklığıyla yazdı. İki ay boyunca düzenli olarak yazmaya devam etti. Bazen yazdıklarını beğenmeyerek acımadan sildi, bazen yazdığı kısımlara eklemeler yaptı. Yazdıkça kendisinin de iyileşmeye başladığını fark etmesi uzun sürmemişti. Yazdıkları belli bir olgunluğa geldiğinde ise artık bir isim koyma vakti geldi diyerek ilk başta ‘Sevmek Yetmiyor Bazen’ olarak kafasında bir isim bile belirlemişti. ‘İyileşme’ adı altında çıktığı serüvende bir anda kendini kitap çıkarma hülyaları arasında bulmuş ve Bahadır Yenişehirlioğlu’na yazdığı kısmı, geri dönüş yapacağından ümitsiz bir şekilde sosyal medya hesabına eklediği adresine e-posta olarak gönderdi. Belki de kitabın yayınlanma sürece bu e-postaya dönüş yapılmasıyla başlamıştı. Gelen cevapta şunlar yazıyordu, “Merhaba Hakan. Yazdıklarını okudum. Yaşadıkların için çok üzüldüm. Yazmaya devam etmelisin. Eserini tamamladığında tekrar görüşmek ümidiyle.”

Hakan, cevabı okuduğunda uzun zaman sonra havalara uçmuştu. Zaten geri dönüş olacağından umutsuz oluşunun etkisiyle verilen cevabın değeri daha da artmış, kitap çıkarma hülyaları hayal olmaktan çıkmış, ciddiyet kazanmaya başlamıştı. Bir yandan yazmaya devam ederken bir yandan da yayın evi arayışına girmişti.

Günler bu şekilde akıp giderken yaz mevsiminin gelmesiyle, bulunduğu semtin sahilinde bulunan bir çay bahçesinde yazmaya başlamıştı. Son gidişinde biraz sonra yaşanacak olanlardan habersizdi.

Ay dolunay yani bilindik tabirle on dördündeydi. Bulutsuz olan gökyüzünü cömertçe aydınlatıyordu. Denize vuran ayın şavkı, muhteşem bir mehtap sunuyor, yıldızlar âdeta kanaviçe üzerine nakış gibi özenle işlenmiş ki insanlar, görsel bir şölene şahitlik ediyordu.

Kâğıda, bir şeyler karalamak için mükemmel bir ortamdı. Çok geçmeden çantasından, defterini ve kalemini çıkarmıştı. Hakan, çay bahçesinde çalan müzikle ilgilenmez, kulaklığını takarak kendi müzik listesini dinlemeyi tercih ederdi. İçini dökmeye başlamıştı. Önce kendisinin de çok garipsediği bir başlık atarak başlamıştı.

 “Vakit Unutma Suları”

“Bir hevestir aldı satırları. Anlamlı veya okunmaya değer olunduklarını düşünmeden, rastgele yazıldılar. Öyle ki kimileri tarafından şair ilan edildim, kimileri için onun gibi bir şeyim. Bilinen bir mahlasım da yoktur benim. Çünkü hoşlanmam, korkarım, şiir yazamam ben.

Hadsizlik edip ne zaman şiir yazmaya yeltensem; satırlar kalemimin tırabzanlarına ürkek, sinmiş, bir halta yaramaz şekilde tutunur da ne yapsam faydasız, cesaretlendiremem!

Kapkara gecenin ortasında kuşlar kendilerini bıçaklar, kısa can çekişlerini duyarım lakin kıpırdayamam! Hıçkırıklarım, içimdeki boşluğun uğultusuna karışır; yılgın, solgun yapraklarım yollara dökülür lakin bir ah edemem!

Uzanır sessizlik, demirden imal edilmiş bir karyolada çırılçıplak. Üstünü örtmeye yeltensem sanki çığlık atacak, tahammülüm yok sessiz çığlıklara bilirim lakin kulaklarımı tıkayamam!

Oysaki epeydir; vakit, hayatın geri kalanına karşı unutma suları, üstelik belki de son gecem olduğundan habersiz! Ben şiir yazmayı yine kazaya bırakırım.

Dedim ya! Hoşlanmam, korkarım, şiir yazamam ben.”

 Yazıyı bitirmiş ve tam altına imzasını atacakken; masaya gelen kişinin ne dediğini anlayabilmek için kulaklığını çıkarmıştı.

“Pardon, gelecek misafiriniz yoksa sandalyenin birisini alabilir miyim?”

Hakan, duyduğu sesin büyüsüne kapılmış ve lal olmuştu resmen. O sırada cevap bekleyen bir çift göze takılı kalan Hakan, o anı zihnine kazımaya çalışıyordu. Neden sonra, cevap vermesi gerektiğini anımsıyordu nihayet.

“Tabii ki alabilirsiniz. Kusura bakmayın, kulaklık takılı olduğu için direkt olarak ne dediğinizi idrak edemedim.”

 “Estağfurullah, ne kusuru. Rahatsızlık verdiğim için asıl siz kusura bakmayınız. Teşekkürler, iyi akşamalar.” diyen Melike, hemen yan masaya arkadaşlarının yanına geçmişti. Hakan ise az önce neler yaşandığını ve neden donup kaldığını anlamaya çalışıyordu. İstem dışı yan masaya oturan kişinin sesini duyabilmek için kulaklığını tekrar takmamıştı. Bir yandan yaptığından dolayı kendine kızıyor ama bir yandan da kendine engel olamıyordu. İlk kez duyduğu efsunlu sesin, etkisinden çıkamıyor, kısa süre içinde her detayını zihnine kazıdığı, kahverengi gözleri, her iki tarafında olan gamzeleri, ok gibi içinden geçen kirpikleri hatta alnındaki ben izini bile görmek istiyordu ama kafasını yan tarafta bulunan masaya çeviremiyordu.

Neler oluyordu? Bu yaptığı, içindeki susturulamayan sesler ve kalbinin ritminin değişmesi normal miydi? Daha ismini bile bilmediği, ilk kez gördüğü bir insanı, nasıl uzun yıllardır tanıyor gibi hissedebiliyordu? İhtilal altındaydı duyguları. Üstelik aniden bastıran yağmur misali olağanüstü hazırlıksız yakalanmıştı.

Hakan’ın yeni hayatı işte şimdi başlıyordu. Bir daha yaşanılamayacak gibi hissedilen duyguların yeniden, hiç beklemediği anda esiri olmuştu.

… 

Melike ile tanışmalarının üzerinden altı ay kadar zaman geçmişti. Her şey çok hızlı gelişmiş, kalpleri kısa sürede birbirlerine ısınmıştı. Hakan’a yara bandı olmuştu Melike resmen. Önceki hayatlarında yaşadıkları onca şeye rağmen efsanevi bir aşka yelken açmışlar ve evlenmişlerdi.

Hakan, yayımlamak istediği kitabından bahsettiğinde ise en büyük destekçisi Melike olmuştu. Kitabı yazmayı bitirdiğinde ise ilk okuyan kendisi olmuştu. Gözyaşları içinde bir çırpıda okumuş ve eşine hayranlığı daha da artmıştı.

Görüşmelerini daha yazarken yaptığı yayınevine eserini göndermeden önce yapması gereken tek bir şey kalmıştı. Başlarda ‘Sevmek Yetmiyor Bazen’ olarak düşündüğü kitabının adını ‘Onca Şeyin Ardından’ olarak değiştirmiş ve ilk eserini insanlığa sunmanın bahtiyarlığını yaşıyordu. Dünya dönmeye devam ettiği müddetçe hem ismini hem de satırlarını ölümsüzleştirmişti.

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Osmanaydogdu OSMAN AYDOĞDU Bir kış mevsiminin Şubat ayının ilk pazar günü dünyaya gelmişim. Annemin anlatmasına göre; doğum sancıları başladığında o zamanlar oturduğumuz gecekondunun kapısında diz boyu kar varmış.Muhtemelen herkes gibi 4 yaşıma kadar neler yaptım, hiç hatırlamıyorum. Okula başladığım ilk günü ise yıllar geçmiş olsa da hatırlıyorum ve lavaboya gitmek için sınıftan çıkıp sınıfı tekrar bulamadığımı daha net hatırlıyorum. O yüzden kızmayın ilk kez sizden ayrı kalan çocuklara kaybolduklarında çünkü çok korkuyorlar zaten.Sonrası malum işte. Uzun bir okul dönemi, ortaöğretim yıllarımda tanıştım birine âşık olmayla. Çok başarılı olan okul hayatım ilk aşkımla beraber vasat bir performans sergiledi. Hayalini kurduğum edebiyat fakültesini bir türlü kazanamayınca bir an önce işimi gücümü elime almak için teknik bölüm bitirdim. Bir kaç sene özel sektörde çalıştıktan sonra kamuda çalışmaya başladım. Hayatımın 36. baskısındayken hâlâ orada çalışmaktayım. Hayat denen seyrüsefer bundan sonrası için ne gösterir bilmiyorum. Bekleyip göreceğiz hep beraber.Çok gevezeyimdir. Konuşmaya başladım mı kolay kolay susmam ama çok konuşmamdan boş konuşmadığım için rahatsızlık duymadıklarını söylerler. Ne kadar sahiciler merak ediyorum. İnsanlarla kalıcı dostluklar kurmak, hayata karşı kötülükleri belki bitirebilme ümidiyle iyi bir insan olabilmek adına savaşlar veriyorum diyebilirim. Başarılı olup olamadığımı onlara sormak lazım. Çok uzun zamandır hayalini kurduğum ilk romanımı siz değerli okurların takdirlerine susmanın bahtiyarlığı içerisindeyim. Umarım beğenirsiniz; sağlıcakla kalın, Allah’a emanetsiniz.