Kaybolan Masum Ruhların Gittiği Yer - 2. Bölüm

Ekim 14, 2025 - 07:58
Ekim 14, 2025 - 19:48
 0  13
Kaybolan Masum Ruhların Gittiği Yer - 2. Bölüm

2. Bölüm – Sihirbazın Dükkanı

 

Mirza okulun parmaklıklı dış kapısının önünde durmuş, hayatının kararını veriyor gibiydi. Ya içeri doğru bir adım atıp ruhunu yavaş yavaş zehirleyen bu arı kovanına girecek, ya da arkasını dönüp hiçbir şey umurunda değilmişçesine çekip gidecekti. Ders kitaplarıyla dolu ağır çantasının altında ezilirken alnından soğuk terler döküldü. Ama o yine de bir put gibi durarak yanından geçen öğrencilerin garip bakışlarına aldırmadan bekledi… bekledi… Dakikalar saniyeleri kovaladı. Mirza hala düşünüyordu.

                  Annesinin umudu, babasının hayal kırıklığıydı. Olmak isteyip de olamadığı her şey için bir pişmanlık yaftası yapıştırılmıştı ruhuna. ‘Bu işe yaramaz, sana çekmiş’ derken babasının annesini suçlar bakışları, sesindeki iğreti dolu soğukluk ve Mirza’yı görmeyen körlüğü ona bu hayatta sadece bir yanlıştan ibaret olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyordu. Annesinin babası karşısındaki sessizliği ruhunu iyice yalnızlaştırsa da o gittikten sonra Mirza’yı kucaklayıp ‘Sen onu boş ver, oğlum’ demesi bile artık yetmiyordu ona. Ve Mirza hala düşünüyordu.

                  Bu dünya üzerinde ait olabileceği bir yer var mıydı acaba? Okulda tek bir arkadaş edinememişti. Çünkü herkesin garip dediği ama aslında sadece farklı olan şeyleri seviyordu. O sırada elini cebine soktu ve bir deste iskambil kâğıdını çıkardı. Yazları çalışarak biriktirdiği paralarla aldığı bütün sihirbazlık malzemelerini babası sobada yakarken elinden kurtarabildiği tek hazinesiydi. Bu mucizelerden yoksun dünyada bir damla sihir yaratmak suç muydu yani? Mirza dışında herkes bu konuda hemfikirdi sanki.

Bir keresinde bir kart numarasıyla sınıfındaki bir kızı etkilemeye çalışmıştı. Sonuç ise tam bir felaketti. Mirza o günü deli gibi unutmak istese de aklına kazınmışçasına her detayını hatırlıyordu.    

                  Seher sınıfın en güzel kızıydı. Beline kadar uzanan gece yarısı siyahı pırasa gibi saçları hep o zümrüt yeşili gözlerinin önüne dökülür, narin elleriyle geriye iterken Mirza’nın nefesi kesilir gibi olurdu. Yanından yürüyüp geçtiğinde elleri ayakları birbirine dolanır, etrafında ne varsa çarparak devirirdi. Bunu fark eden sınıfındaki diğer çocuklar en acımasız halleriyle Mirza’yı eleştiri çemberlerinin ortasına almışlardı.

                  ‘Sen kendine aynada hiç bakmıyo musun, Hokus Pokus?’

                  ‘O kız senin liginde değil. Bu kayık tipinle boşuna uğraşıyosun.’

                  ‘Durun beyler, öyle demeyin. Belki Abrakadabra derse olur.’

                  Hep birlikte önünde reverans yapıp ‘Ey, büyük sihirbaz, emrine amadeyiz.’ dediklerinde ve Seher de onlarla güldüğünde Mirza yerin dibine geçmek ister, gerçek bir sihirbaz gibi ortadan kaybolabilmek için neleri vermezdi. Ama her gün tekrarlanan bu tacizlere rağmen ne sihirbazlık ne de Seher’e olan sevdasından vazgeçmemişti.

                  Aralık ayının sonlarına doğru soğuk bir Pazartesi günü öğle teneffüsünde olmuştu olan. Mirza bütün cesaretini toplayıp son öğrendiği kart numarasını göstermek için Seher’e elinde bir deste iskambil kağıdıyla yaklaşmıştı.

                  ‘S-seher!’ Heyecandan kızın yüzüne bağırmıştı neredeyse. Seher dönüp de zümrüt gözleriyle şaşkın şaşkın ona baktığında söyleyeceklerini unutmuş, kekelemeye başlamıştı. Bir de ayağı takılıp kızın üzerine düşmeseydi iyiydi. Kartlar havada uçuşurken herkes etraflarına toplanmış, uluya uluya gülerken Seher ağlayarak sınıftan kaçmıştı. Hikâyenin gerisi zaten belli, alaylar, küçümsemeler, aşağılamalar. Bu yaştaki çocuklar nasıl bu kadar zalim olabiliyorlardı? Mirza bir türlü anlayamıyor ve hala düşünüyordu.

Ama sonunda kararını verdi. Tam bir dönüş yaparak yolun karşısına geçti ve arkasına bile bakmadan dar bir sokağa dalarak gözden kayboldu.

                  O gün sınıfta yoklama yapan hoca ‘Mirza Mert Koşan’ diye ismini okuduğunda cevap veren olmadı. Akşam annesi sofraya üç tabak koyduğunda kapı zilini çalan da olmadı. Babası hala sokaklarda dolaşıyor diye saydırırken endişeli değil sadece kızmaya bahanesi olduğu için sırıtıyordu adeta. Ama bilmedikleri bir şey vardı. Mirza Mert Koşan sessizce kimseyi rahatsız etmeden, hayatlarından sonsuza dek çıkmıştı.

 

                                                                                                            ***

                  Günler sonra Mirza tanımadığı bir kasabanın sokaklarında yolunu kaybetmişçesine dolaşıyordu. Yorgunluktan ve açlıktan bitap düşmüş bir şekilde otobüs durağındaki bir banka yığıldı. Çantasını çıkarıp son kalan birkaç parça krakerini ağzına attı ve uzaktaki bir şekle bakıp hayallere daldı. Sahnedeydi. Şık siyah bir smokin giymişti. Elinde bir asa tutuyor ve yanında Seher bütün güzelliğiyle ona gülümsüyordu. Önündeki masada duran fötr şapkaya asasıyla dokundu ve birden rengârenk havai fişekler ortalığı aydınlattı. Şapkadan envaı çeşit çiçekler fırladı havaya ve ışıklar altında yüzleri karanlığa gömülmüş olan seyircilerin üzerine yağdı. Sonra bir alkış tufanı koptu. Mirza Seher’in elini tutarak seyircilere eğilip selam verdi. Mutluluğun zirvesindeydi. Olmak istediği kişiydi artık. Ama başını kaldırdığında korkunç bir korna sesiyle kendine geldi. Önünde durmuş yolcularını indirmekte olan bir belediye otobüsüne bakıyordu. O an, hayal kırıklığı sağanak bir yağmur gibi üzerine yağdı. Gözünden bir damla yaş süzülerek isten kararmış eline düştü. Ve Mirza hayaline veda etti.

                  Sonra bir reklam parçası gözüne takıldı. Durağın panosuna asılmıştı. ‘Sihirbaz asistanı aranıyor!’ Mirza başını iki yana sallayıp kendini sarstı. Yoksa hala düş mü kuruyordu. Kâğıdı bir çırpıda söküp eline aldı. El ilanı gibi görünen reklamda şapkasıyla gözünü kapatmış kara sakallı bir sihirbazın belli belirsiz gülen yüzü altında silinmeye yüz tutmuş bir adres vardı. ‘Sarmaşık sokak. No 1.’

                  Susuzluktan kuruyup çöle dönmüş kalbinde tomurcuklar yeşerdi bir anda. Bu uzun zamandır hayalini kurduğu fırsat olabilir miydi? Heyecandan bedeni zangır zangır titremeye başlamıştı bile. Bu sefer her ne pahasına olursa olsun düşlerinden vazgeçmeyecekti. Çantasını tekrar sırtına geçirdi ve Sarmaşık sokak No 1 dünyanın öbür ucunda bile olsa bulmaya yemin ederek aramaya başladı. Fark etmediği şeyse o panoda başka ilanların da asılı olduğuydu.

Silip gitmiş ilanlar… Birbiri üzerine yapıştırılmış ilanlar…Kayıp ilanları…

Ahmet Beyaz. 8 yaşında. Doğum gününde balon almaya giderken ortadan kayboldu. Suna Güneş. 9 yaşında. Pazarda annesinin elini bir an bırakınca bir daha bulunamadı. Murat Seven. 11 yaşında. Abisiyle sokakta kavga ettikten sonra sinirlenince akşam eve gelmedi. Gidiş o gidiş… Ve liste böyle devam ediyordu. Aralarında bir tek Nazlı eksikti. Çünkü onu hatırlayıp da ilanını asacak kimsesi olmamıştı hiç.

                                                                                                            ***

                  Sarmaşık sokak No 1, dar bir sokakta kapalı dükkanların içinde kapısında ‘açık’ tabelası olan tek yerdi. Ama bu sokağa yıllardır kimse uğramamıştı sanki. Arnavut kaldırımı yerleri eski gazete parçalarıyla kirletilmişti ve parçalar esen rüzgarla bir o yana bir yana savrulurken bazıları sokağın köşesinde dikilmiş olan Mirza’nın ayaklarının dibinde bitiyordu. O ise nefesini tutmuş No 1’in kapısından içeri girmek için cesaretini toplamaya çalışıyordu.

                  Camlarına kadife kırmızı perdeler çekilmişti. Duvarları yıldız şekilleriyle süslüydü. Yukarıda dev bir tabelada ‘Sihirbazların Efendisi Agrippas’ koca fosforlu harflerle yazılmıştı.

                  ‘Agrippas!’ dedi Mirza yüksek sesle. Sihirbazın adını söyleyince sanki içi kıpır kıpır olmuştu. En sonunda kendini daha fazla tutamayıp freni boşalmış bir kamyonet gibi koşarak yolun karşına geçti ve dükkânın koyu zehir yeşiline boyanmış kapısını iterek içeri daldı.

Dalar dalmaz da önce bir duraksadı. Üç boyutlu bir satranç tahtasının içine düşmüştü sanki. Duvarlar, yerler ve tavan siyah beyaz karelerden oluşuyordu. Neyin nerde başladığı ya da bittiği belli belirsiz olan bir boyuta geçmişti adeta. Karşıda büyük ahşap bir masanın üzerinde içlerinde değişik renkli sıvılar olan bin bir türlü cam şişeler, iksir yapmak için kazanlar ve kaplar, arkasında da eski raflara sıkıştırılmış acayip görünümlü sihir kitapları vardı.

                  ‘Ki-kimse yok mu?’ diye cılız bir sesle sordu Mirza. Kalbi göğsünden fırlayacaktı sanki. Ağır bir tütsü kokusu her yanı sarmış başını döndürmeye başlamıştı. Birden karşıdaki duvar kabardı ve yoktan var olmuşçasına siyah pelerinli şapkalı sakallı bir sihirbaz içinden çıktı. Mirza olduğu yerde sıçramıştı.

                  ‘Na- nasıl yaptın bunu?’ diye sordu heyecanına yenilerek.

                  ‘Ben de seni bekliyordum, Mirza Mert Koşan, sonunda geldin,’ dedi adam kalın hırıltılı bir sesle. Hafiften önüne eğilmiş şapkasının altında parlayan simsiyah uçurum gibi gözlerle Mirza’yı baştan aşağı inceledi. Sonra yerleri süpüren peleriniyle kayarcasına yürüyüp masasının ardına geçti.

                  ‘Adımı nereden biliyorsun? Sen Agrippas mısın? Şey…sihirbaz asistanı aranıyormuş, ilanda gördüm. O ben olabilir miyim? Yani çok isterim.’ Mirza kontrolsüzce adamı soru yağmuruna tuttu. Susması gerektiğini biliyordu ama yapamıyordu bir türlü.

                  Sihirbaz bir süre sessiz kaldı, sonra sakince parmağını şıklattı ve masasındaki mum bir anda alev alarak karanlık dükkânı hafiften aydınlattı.

                  ‘Evet Agrippas benim, Mirza. Adını ise yıldızlarda gördüm. Uzun zamandır beklediğim asistanım olabilirsin. Ama önce bir testten geçmen gerek. Yeteneklerinden emin olmalıyım.’ dedi adam ve elinin bir işaretiyle yan duvarda aşağı inen bir merdiven belirdi.

                  ‘Hadi atölyeme geçelim,’ diyerek hızlı hareketlerle merdivenlerden inip karanlığın içinde kayboldu. Mirza ise derin bir nefes aldı. Bu dükkânın her tarafından sihir akıyordu sanki. Hayatında hiç böyle bir şey görmemişti. Agrippas’ın testi ne olabilirdi acaba? Mirza sadece birkaç kart numarası biliyordu. Yeterli olabilecek miydi ki? Kendini gerilmiş hissetse de bu fırsatı kaçırmak istemiyordu. Cesaretini toplayıp sihirbazı takip edebilecek miydi?

                  Mirza böyle tereddütler içinde düşünürken, merdivenin dibine çekilen canavarsa sabırsızlanmaya başlamıştı. Çocuk daha ne kadar onu bekletmeyi düşünüyordu ki? Ama açlığı her ne kadar sınıra dayansa da biraz eğlenmekten zarar gelmezdi.

                  ‘Hadi Mirza!’ diye geçirdi içinden. ‘Hepimiz burada seni bekliyoruz. Gel de oyun başlasın artık!’

                 

                    

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow