Anıların Dansı ve Benliğin Ritmi

Yüzleşmek için kendimi zorladığımda, karşımda duran şeyin bir kişi değil, kendi birikimim olduğunu gördüm. Yüzleşmekten kaçtığım pişmanlıklar, bir çığlık gibi özlediğim tatlı hatıralarla yan yana duruyordu. Korku ve arzu, aynı anda titreyen iki ip gibiydi. Ve ben, o iplerin arasına girmeye, o dansa kalkmaya mecburdum.

Ekim 24, 2025 - 23:18
Ekim 31, 2025 - 14:44
 0  3
Anıların Dansı ve Benliğin Ritmi

Bir gün, Yokluğun Dansına davet edildim. O an, müziğin kaynağını fark ettim: kırık kalplerin üzgün ve soğuk titreşimleriydi notaları oluşturan. Bu bir melodi değil, bir iç döküş sesiydi.

Sis, bir atmosfer değil, bir bulmacaydı. Perdenin ardında ne olduğunu görmemi engelliyor, beni sadece hissedişe zorluyordu. O sise uzanan bir el, bir gölge... Bir kurtarıcı mı, yoksa bir cellat mı? Bilinmezdi.

Yüzleşmek için kendimi zorladığımda, karşımda duran şeyin bir kişi değil, kendi birikimim olduğunu gördüm. Yüzleşmekten kaçtığım pişmanlıklar, bir çığlık gibi özlediğim tatlı hatıralarla yan yana duruyordu. Korku ve arzu, aynı anda titreyen iki ip gibiydi. Ve ben, o iplerin arasına girmeye, o dansa kalkmaya mecburdum.

Teslimiyetin ilk adımı ağır oldu. Ağırdı, çünkü her adımda kendi geçmişime basıyordum. Müziğin dingin esareti altında, gözlerim her biri geçmişten gelen birer delil olan fotoğraf karelerine takılı kaldı. O an, anılara kilitlendiğimi fark ettim.

Sükûnet, her zaman bir aldatmacadır.

Notalar hızlandığında, dansın yükselen enerjisi tüm sahneyi değil, zihnimin odalarını sarsmaya başladı. Kalbim, ne heyecandan ne de korkudan; sadece bu ikisinin çarpışmasından atmayı unutmuştu. Etrafımdaki salonun dönmesi, dışsal bir eylem değil, içsel bir kaosun yansımasıydı. İşte o zaman, huzurun sadece bir maske olduğunu anladım. Özlenen anıların yumuşaklığı, yüzleşmekten kaçılan anıların acımasız baskısına dönüştü. Kurtulmak istedim; ama kâbus, doğası gereği kaçışa izin vermezdi. Ruhumun etrafını saran bir mengene gibiydi.

Gözyaşları, ruhun özgürlük çığlığıdır. Onlara izin vermemek, direnmek, bu esareti uzatmaktan başka bir şey değildi. Sis ve gözyaşlarının oluşturduğu perdede, sadece kayboluşun estetiği vardı. En kötüsü, o kahkahalar değildi. En kötüsü, o seslerin kendi iç sesime dönüşmesi, vicdanın kulakları tırmalayan gürültüsüydü. Pes etmenin karanlık, sıcak sığınağına doğru eğilmişken, beklenmedik bir şey oldu: Rüzgâr. O, ne dışarıdan ne de içeriden geliyordu; sadece var oluyordu. Bir uyanış anı.

Artık kaçmak bir seçenek değildi. Kaçış, gücü onlara vermekten başka bir şey değildi. Anının boynuna sımsıkı sarıldım. Gözlerinin içine bakmak, kendi korkumun aynasına bakmaktı. Ve o an, korkunun ne kadar kırılgan olduğunu anladım. Dansın ritmini değiştiren, müziğin hızı değil, benim kararlılığımdı. Her sağlam adımım, geçmişin o gölgesini tüketiyordu. Pişmanlıklar ve "keşke"ler... Onların ayak izleri siliniyordu. Kendi benliğimin merkezinde yarattığım güce sarıldım. Ritim artık anlamsızdı. Hız, müziği aşmıştı. Korku, bu kez anıyı esir almıştı; silikleşiyordu, şekli kayboluyordu. İçimde başlayan fırtına, yerini yumuşak, ruhu okşayan dingin bir rüzgâra bıraktı.

Bir girdap gibi sarılıp yükseldik. Ayaklarımız yerden kesildi. Kontrol değişmişti. Bu kez kurtulmak isteyen oydu, ama ben bırakmadım. Bu dans, benim şartlarımla bitecekti. Adımlar net, hareketler keskin. Büyük fırtınanın merkezinde durdum ve anıların toz olup, havaya karışışını izledim. Parçalanıyorlardı. Sakinlik. Rüzgâr, sadece son tozları süpürdü. Ve en sonunda... O kırık kalp parçaları, yerde toplanıp birleşti. Dağılışın ve yok oluşun yarattığı boşluk, en eksiksiz ve en anlamlı sese dönüştü. Bu, Yokluğun Dansının, artık bir Başlangıç olan Senfonisiydi.

Gölge Yazar

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

golge-yazar Gizem Gökmen Bir kalem bir kâğıt, tüm duygulara can veriyor. Kimisi tamamlanıyor, kimisi yarım kalıyor, ama hepsi tozlu sandıklardan çıkarak yaşam buluyor.